Şurda kısa da olsa eski filmlerin kendi açımdan cazibesini anlatmıştım. Tabi bahsettiğim filmler seçme filmler veya çok iyi eleştirilerini duyduğum filmlerdir. Imdb film rate'i her ne kadar tam istediğimiz değerlendirme skalasına uygun olmasa da tavsiye niteliğinde kesinlikle çok başarılı olduğuna inanıyorum. Sonuçta bu oranlamayı bizim gibi çok sayıda kullanıcı yapmakta. Oscar ödüllerindeki gibi bir ihtiyar heyeti yok. Bu yüzden The Shawshank Redemption gibi efsane filmler hiç Oscar alamazken burda tüm zamanların en iyi film listenin tepesinde olabilmektedir. Tam da bundan dolayı imdb'de an itibari ile en iyi 29. sıradaki It's a Wonderful Life filmini izledim açıkçası. Bir de şöyle bir durumum var; izlemeyi düşündüğüm bir film hakkında eleştiri ve yorumları öncesinde okumam, filmi izledikten sonra okurum.
Başlıktaki filmin konusu adından belli, amacı seyircisinin mutlu olmasını sağlayacak bir "feel good movie" dir. Frank Capra'nın 1946 modeli filmi. Filmin yönetmeni Capra'yı şurda belirtilen hususlardan dolayı sevmesem de filminin hakkını verelim; çok iyi bir film kesinlikle ve çok iyi bir iş çıkarttığı kesin. Rear Window'un da başrol oyuncusu olan James Stewart bu filmde de başrolde ve kelimenin tam anlamıyla döktürüyor. Alfred Hitchcock'un bu adama olan takıntısını anlayabiliyorum. Eski filmleri izledikçe böyle büyük usta aktörleri de farkediyorsunuz. James Stewart, bu filmi yanı sıra Rear Window'da ve Vertigo'da çok iyi gerçekten. Benzer şekilde Cary Grant'i North by Northwest'le Jack Lemmon'u The Apartment ve Some Like It Hot'taki muhteşem performanslarıyla tanımıştım.
Kapitalizm bulutlarının Bedford tepelerini sardığı bir zamanlarda, herşeyin para olmadığını bize gösteren, para sevdasına inat namusuyla yaşayan kahramanımız George Bailey, gençlik hayallerini elinin tersiyle itip, babasının hayatta iken kasabasında üstlendiği iyilik temsilciliğini üstlenir. Oysa babasına bu küçük dünyada haps kalmayacağını, dünyaya açılacağını, eğitimini Avrupa'nın en güzel yerlerinde sürdürüp büyük adam olacağını söylemişti. Kendisi gibi eğitim fırsatını elinin tersiyle aşkı için iten güzel prensesimiz Mary ile evlenir. Mary dedik de, bu kız tam aşık olunacak kız. Çok fedakar, paraya ve güce tapmayan kadınların olduğunu bize ıspatlayan, tanrının bir hediyesi o. Hem de öyle böyle değil güzelliği, kurban olurum böyle kıza. Neyse biz konuya devam edelim. George, Mary ile evlenir çoluk çocuğa karışır, kıt kanat geçip sürmekte hayatları. Ama bir yandan da "lan keşke gitseydim avrupalara, yazık ettim karıma, çoluğumun çocuğumun rızkına mani oldum" düşüncesi var kafasının bi köşesinde. Tabi Mary zerre kadar parayı umursamadığı için böyle düşünmez, o sevginin vücut bulmuş hali, tek derdi George'udur, ailesidir. George'un iyilik acentesindeki yaşlı bunak amcası 8.000 dolar para kaybedince, George tam anlamıyla çıldırır. Eve gelir, triplere girer, sağa sola sataşır, bunalıma girer ve köprüye çıkıp tam intihar edeceği sırada, henüz kariyerinin başında genç bir melek gelir yardım eder ona. O olmamayı dilemişti, melek de ona olmayışında dünyanın nasıl olacağını, sevdiklerinin yaşamlarının ne şekilde olacağını yaşatarak ona gösterir. George kahrolur çünkü onsuz dünya herkese zindan ve lanet olsun deyip vazgeçer intihardan.
Bu konu etrafında ya da benzer temalı diyelim birçok film çekilmiştir sonradan. Ama elbette bu film bambaşka, hiçbiri bu filmin eline su dökemez, ki zaten Jim Carrey'in ya da Adam Sandler'ın içinde yer aldığı filmlerin bu filmle kıyaslanması bile abesle iştigalden başka birşey olamaz. Kısaca çok güzel film bence, izleyin pişman olmazsınız. Film notum:9
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder