11.03.2013

Brazzaville



Sıcak bir yaz günü, alıp başınızı gitmişsiniz uzak bir diyara..Suyun saflığı ve temizliğinden dipteki çakıl taşlarını, mercanları, balıkları görebileceğiniz masmavi bir diyar...Çok kalabalık olmayan ama tenha da olmayan bir sahilde, suda oynaşan çocuklar, voleybol oynayanlar, kendi halinde takılanlar, suyun tadını çıkaranlar, kumsalın tadını çıkaranlar gibi her türlü grup mevcut. Renkli, keyifli bir ortam var. Siz de adını ilk kez duyduğunuz bir tropikal içecek elinizde, şezlongda uzanmış manzaranın keyfini çıkarıyorsunuz. İşte tam böyle bir ortamda keyfinize keyif katacak, ketçapınızın yanına mayonez olacak bir müzik grubudur Brazzaville.

Brazzaville grubu 1997 yılında kuruluyor ve bugüne kadar 11 albüm çıkarttılar. Grup, Türkiye'de çok meşhur ve pek muhtemeldir ki siz de biliyorsunuz. Ben de üniversite hazırlıkta okurken genoa şarkısıyla grubu tanımıştım. Bundan daha iyi birçok şarkısı olmasına rağmen ve dinlediğim versiyonun kısalığına rağmen şarkı, grubun spiritüel tarafını ele vermişti ve bu güzel grubu keşfetmiştim. Tabi grubu pek tanımıyordum. Misal İstanbul'a aşık olduklarını, çok sonradan boğazın hikayesini anlatan Bosphorus şarkısıyla öğrendim. Grup defalarca Türkiye'ye geldi. İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Bursa gibi önde gelen kentlerde konserler verdi. Grubun vokalisti David Arthur'un dünyada en sevdiği üç yerden biriymiş İstanbul. Doğduğu büyüdüğü LA'yi 2003 yılında bırakıp "kendi evimde gibi hissediyorum" dediği Barcelona'ya yerleşiyor. Bu küçük ayrıntıyı da benim de defalarca düşündüğüm, hayal ettiğim şey olmasından dolayı ayrıca sevdim.

Grubun spiritüel bir yönü olduğunu söyledim evvelen. Bu yönü müziklerine iyi kodlanmış halde zaten, şarkı sözlerinde ve demeçlerinde de görebiliyorsunuz bunu. Zaten manifestosunda dedikleri: "Brazzaville, dünyanın 'harikalarla dolu bir yer olduğu' naif fikrine adandı. Biz dünyamızın yüzeyinin altında, her şeyin yolunda gittiği bir başka gerçeklik olduğuna inanıyoruz. Bizim için esas gerçeklik bu. Mümkün olan her zaman etrafımızdakilere yardım ederek dünyadan daha az korkar hale gelmeye kararlıyız" bu sözlerden bu adamların farklı olduklarını görüyorsun. David de, gezmeyi seven, gezerek keşfeden ve keşfettiği şeylerle mutlu olan bünyelerden. Woody Allen'ın şehirler üstüne çektiği filmlerin benzerini, Brazzaville grubunda şarkılarıyla yapıyor. Babaannesinin şiir ve hikayeleri ile büyüdüğünü söylüyor. Şarkılarında da insan hikayeleri bolca var. "Ölen arkadaşlarım, eşim, oğlum, mutsuz insanlar, dünyanın sessiz/sakin herhangi bir köşesine kaçmak isteyenler, yaşlılık, bir gün ölecek olma durumu, kainat ve yaşadığımız dünyadaki ikilemlerin arkasında saklandığını düşündüğüm gerçekler üstüne" hikayeler bina ediyorum diyor. She was married to the Bosphorus / She threw her ring in then she blew a kiss / To the Ottomans and Byzantines / Lying beneath the sea sözleriyle sizi büyüleyen ve boğaza aşık eden Bosphorus şarkısının hikayesi kendisine sorulunca, Özge Can diye bir kızın kendisine anlattığı hikayeden etkilenerek yazdığını söylüyor. Asla İstanbul'u terketmeyeceğini, nereye giderse gitsin geri döneceği yerin İstanbul olacağını söyleyen kıza, niye diye sorunca kızın cevabı "Çünkü ben Boğaz’la evliyim. 16 yaşımdayken vapurda yüzüğümü çıkarıp Boğaz’a attım. Şehirle bağım hiç kopmasın diye." cevabını almış ve belli ki bu hikaye çok etkilemiş onu. Şarkılarında anlatılan hikaye sizi çok iyi yakalıyor ve müzikle bütünleşiyorsunuz. Up here at 30.000 feet/above all the suffering and pain deyince kendinizi bir an uçmuş bir vaziyette bulurken, The sun is coming up soon/It's time to go to sleep ile uykusuz geçirdiğiniz gecelerinize ithafen yazılmış olduğunu düşünüyorsunuz.

Grubun Türkiye'yi bilhassa İstanbul'u çok sevdiğini ve sık geldiğini söylemiştim. Hatta Brazzaville in Istanbul diye bir albümü de var. "İstanbul'da dolaşmayı, küçük dükkanları ve kafeleri keşfetmeyi seviyorum. Ezan sesini dinlemekten hoşlanıyorum. Sizin buna gün içinde çok dikkat kesilmediğinizin farkındayım, fakat bir yabancı için bu ses, kulağa oldukça akılda kalıcı ve gizemli geliyor. Her gün deneyimlediğimiz şeylerin arkasında yatan gerçek dünyanın bir nevi hatırlatıcısı... " diyor İstanbul için. Ankara'da da eskiyeni'de iki konseri olmuş ki ayağımıza gelen fırsatı, hem de iki defa, tepmişiz.

Bu adamları en güzel ve özel yapan şey de bana göre samimiyetleridir. Misal mail adresini bırakıp, şu tarihte İstanbul'da olacam, evinde ağırlamak isteyen olursa bana ulaşabilirler diyebiliyorlar. Bu şekilde bir sürü ev konserleri vermişler. Bir salonda 20-30 kişilik bir gruba müzik ziyafeti sunmadan önce de pankek yapıp ikram ettikleri bile oluyormuş. Seyirci ile diyalogları, samimiyetleri, konser arasında yanınıza gelip muhabbet etmeleri, mainstream'e mesafeli oluşları ve sair farklı yönleriyle çok güzel bir grup. Bu samimi abiler, İstanbul'a, Ankara'ya daha çok gelecekler anlaşılan ve geldiklerinde de kaçırmamak lazım.

                            

                            

                            

Hiç yorum yok: