20.03.2013

Aylaklığa Övgü

Bir arkadaşımın ekşi sözlükte yazdığı bir entrylerden yola çıkarak Bertrand Russell’ın 1932 yılına ait Aylaklığa Övgü (In Praise of Idleness) isimli denemesini boş bir zaman (ilginç olan yazı da bununla ilgili biraz) bulunca okudum. Yazının genel bakış açısının yanında verdiği bazı fikirler de okunası. Kabaca özetleyeyim ve kendimce biraz tartışayım.

Öncelikle yazarın insanoğlunu geliştirici fikirlerin, bilimin, sanatın vs temelinin çalışmak zorunda olmayan zengin, aristokrat benzeri kesim tarafından atıldığına dikkat çektiğini belirtmek istiyorum. Yani boş zaman elde ederek daha huzurlu bir yaşam sürmek ve bu boşluğun en azından potansiyelli kişiler tarafından insanlığın gelişimine çevrilmesi temel amacımız. Az çalışma noktasında ise çalışma saatlerini 8’den 4’e düşürmek de ara amacımız oluyor.

İlk bakışta az çalışmanın çok orijinal bir fikir olmadığı ve kolayca görülebileceği düşünülebilir ancak yazar uzun uzun çalışmanın bi erdem olduğunun topluma aşılandığını ve insanların küçüklükten beri böyle yetinebileceği fikrinin aşılandığını belirtiyor. İlginç olan ise bunun zenginler, -genellikle daha eski dönemlerde- askerler ve din adamları gibi zaten ayrıcalıklı ve çalışmak zorunda olmayan kitle tarafından dile getiriliyor oluşu. Buna çoğunlukla bu kitleyle işbirliği içerisinde olan günümüz politikacılarını da ekleyebiliriz.

Sanayi devriminin ilk yıllarında günlük çalışma miktarının günlük 15 saat olduğunu ancak yazının yazıldığı tarihte ise 8 saate düştüğünü öğreniyoruz. 1932’den bu yana pek bi rahatlama sağlayamamışız ki bugün de sekiz saat çalışmaya devam ediyoruz. Çalışma saatlerinin azalması ve resmi tatil günlerinin ortaya çıkmasına aristokrat ve zengin kesimin verdiği tepki şaşırtıcı değil: “Fakirler bu kadar boş zamanı ne yapacak?”

Bu sürenin kapitalist gelenekteki ülkelerde sıradan insanlarını refahını gelişen teknoloji yardımıyla azaltılmayışı çok garip olamasa gerek. Ancak dönemin komünist Rusya’sında da değişen bi şey yok. Yine çalışmanın kutsallığına yapılan övgü ve gerekli ihtiyaçlar sağlandığında daha az çalışarak bunun rahatlığını yaşamak yerine bu kez de insanların geleceği yemesi ve biraz da gereksiz yeni ihtiyaçlar çıkıyor karşımıza. Mesela Sibirya’yı ısıtmak için garip bir proje girmiş devreye. O olmasa başkası bulunur. Yani orada da bireyin refahı birinci öncelik değil piramidin en altındakileri sefaletten kurtarıyor olsa da. İhtiyaçları geçince ortaya savaşlar çıkıyor ki aslında belki de zurnanın zırt dediği yer burası. Her zaman güçlü olmalısın ki senin ülkene çöreklenmesinler.

Kendimce bitirirsem iyi hoş da Bertrand abim sistemi düzeltmek, ekonomik dağılımın adilleştirilmesi, daha az çalışmak için falan ne öneriyorsun dersek pek bi cevap alamıyoruz. Tek yol devrim deyince ortaya çıkan devletler de pek yardımcı olmuyor, olmamış da zaten kendisinin dediği gibi.

Son olarak yazıda değinilen ama detaylıca işlenmeyen din adamlarının çalışmayı kutsallaştırması, boş zamanı olan aristokrasinin entelektüel gelişimi sağlaması, hatta yukarıda bahsetmediğim aşağıdakilerin uyanmasına vesile olacak fikirlerin dahi yukarıdan gelmesi gibi başlı başına üzerine düşünülecek konular vermesi açısından oldukça güzel bir deneme olduğunu da vurgulayayım.

                            

                            

Hiç yorum yok: