24.07.2010
Sad Movie
Drama filmlerinde en güzel argüman, küçük sevimli bir veleddir. Bir de arka planda konuya uygun güzel bir müzik. Bizde Küçük Emrah'lı akımla başladı ve o dönem çok kişiyi şimdi komedi malzemesi olarak kullanılan diyaloglarla ağlattı. Babam ve Oğlum dramanın Türk sinemasındaki zirvesidir bana göre, bu filmde de küçük veled en donuk göze sahip olanımızın bile gözünü nemletti. Kore sinemasında da sağlam drama filmleri çevrilmiştir ki bunların en popüleri My Sassy Girl filmi herhalde. Başlığını verdiğim bu film de Kore sinemasının eseri, az bilinen bir drama filmi. Çok da acıklı gelmedi bana nedense ama küçük veledimizin olduğu sahneler yine top anlardı herhalde. Film izlenmeye değer güzellikte, müzikleri ile de zaten havaya sokuyorlar seni. Film notum 7. Filmi aldığım yerde not olarak şu yazıyı eklemişler : "Piskopat bir insan olmadığınızı mı düşünüyorsunuz! O zaman bu filmi izleyin eğer film sonunda gözlerinizden bir damla yaş gelmezse, üzgünüm ama sis piskopat, cani bir insanın tekisiniz" Hadi bakalım izleyeyim dedim ama yok demek ki piskopatlık varmış biraz bende.
21.07.2010
Messi-Maradona İkilemi
Ben Lionel Messi’nin 2007 yılından beri dünyanın en iyi futbolcusu olduğunu düşünürüm. Son 1-2 yılda artan şut ve son vuruş gelişiminin dışında oyununda ciddi bir dönüşüm geçirmiş de değil. Şut meselesi ciddi bir dönüşümdür skora katkı açısından tabi de ben geri kalandan bahsediyorum daha çok. 2007 yılında da şimdi de sıkışık pozisyonlarda önündeki bir iki adamı istediği takdirde geçebiliyor ve topu istenen yere ulaştırabiliyor.
2010 Dünya Kupası performansına gelirsek ben Messi’nin hiç de fena oynamadığını ve elinden geleni yaptığını düşünüyorum. Orta sahadan doğru düzgün top alamadığı, Mascherano hariç her adamın topu alınca kendini Messi sandığı takımda hücum gücünü tabelya ciddi bir maçta yansıtması çok zordu. Hem organize hem iyi oyucularla bezeli bir rakibe kadar kör topal gittiler ama orada da fena çarpıldılar. Ama Messi yine bir şeyler üreten futbolcuydu sahada.
O rezil taktik içerisinde Messi’ye tek kusur bulunabilir. O da liderlik karakterinin eksik olması. Onun haricindekiler laf-u güzaf. Tabi benim gelmek istediğim esas nokta ise ilginç bir ironi. Messi’nin yeni Maradona olması için Dünya Kupası kaldırması gerekliliğinden bahsedilmesi ama diğer yandan da bunun önüne geçen kişinin hocası Maradona olması. Maradona’nın yorumlarından Messi’yi kıskanmadığı ve geleceği seviyeye katkıda bulunmak istediğini anlıyorum ben kendi adıma. Ama orada bulunarak da bunu ilginç bir şekilde engelliyor. Bir Dünya Kupası’nı telef etmesine rağmen adı Maradona olduğu için yollanamıyor da. Gelecek Dünya Kupası’na kadar takımın başında kalma ihtimali var gibi. Umarım bu çelişki kısa sürede çözülür ve Messi de kendi tarihini daha normal koşullarda yazar. Gerçek seviyesi neyse bize onu gösterir.
20.07.2010
Perfume The Story of a Murderer
Çok acayip bir film...Bir filmde en fazla isteyeceğimiz unsurlardan biri orijinal senaryodur ya, bu film senaryosuyla tamamen orijinal. Ben hayatımda bu kadar ilginç bir film izlemedim, filmin çok iyi çevrildiğini söyleyemem. Zaten kitaptan beyaz perdeye aktarılmış birçok film gibi bu da kitap okuyucularını çok tatmin etmemiş. Kitabını da okumak gerek, ki okuyanlar şiddetle tavsiye ediyor. Filmi izlerken "ulan yok daha devenin nalı" demekten kendini alamıyorsun. A story of a murderer deyince aklımızda türlü türlü senaryolar oluşur, film bildiğimiz o senaryolardan değil. Bazı yerleri çok abartılı gelecek bize ama anladığım kadarıyla kitap okuyanlara bu bile az gelmiş, tabi abartının inandırıcılık derecesi de önemli. Diyeceğim o ki bu film izlemeye değer, film notum 7'dir. Filmi bitirdikten sonra komplo teorileri kafamda uçuştu ama spoiler olmasın diye - hani izlenecekse- bahsetmeyeyim.
19.07.2010
The Bucket List
Kepenkleri günün en güzel filmiyle indirelim. En sevdiğim aktör listesinde başa yazacağım iki usta aktör Jack Nicholson ve Morgan Freeman'ın oynadığı konusu klişe olsa da harika bir oyunculuk neticesinde çok güzel film diyeceklerimden. Zaten bu iki adam kahvede bir araya gelse ve film olarak bize izletilse yine de beğenirsin. Film notum 8.
18.07.2010
Juno
Hani evde spor ve rahat şeyler tarzından birşeyler bakarız ya, ya da şöyle diyeyim küçükken bakkalda sürekli gözümüzün takılı kaldığı renkli çizgili helezonik bir şekilde çubuğa sarılmış şekerler olurdu ya bu film o tadda bir film. Her ne kadar konusu gerzekçe gelse de izlenmeye değer bir film. Filmin müzikleri de ayrı bir güzel, özellikle biterken çalan "vampire" diye bir şarkı çok keyifli. Filme notum 7.
A Bittersweet Life
Başka bir psikopat Kore filmi daha. Adı gibi acı-tatlı. Acı yönü çok daha ağır bassa bile. İntikam temasını işlerken her zamanki gibi kandan, vahşetten kaçınmadan olduğu gibi yansıtılıyor diğer Kore filmlerinde olduğu gibi.
Filmlerdeki ana karakterlerden biri duygularını dışa yansıtmayan soğuk karakterli biri ise o film sırf onun için izlemeye değerdir benim gözümde. Bu kişi psikopat da olsa olgun bir adam da olsa çok fark etmez. Bu filmin esas oğlanı bu karakterlerden biri iken hikayenin güzel oluşu filmi çok daha izlenesi kılıyor.
Everything is illuminated
Pazar gününe uygun neşeli bir film diye düşündüm başlarken. Ama film ilerledikçe esprilerle birlikte dramın da kendini hissettirdiği bir hal aldı. Büyükbabasının geçmişiyle ilgili parçaları birleştirmeye çalışan yahudi bir gencin bu yolda yaşadıklarını eğlenceli bir şekilde anlatan, arka planda Alman nazilerinin dünya savaşında yaptığı zulmü fonda çalan, müzik ve görüntüleriyle çok güzel bir film. Uzak filmine benzer, oyunculuğunda kasıntı olmadan olduğu gibi doğal bir performans sergileniyormuş havasında olması özellikle ilgimi çekti. Ayçiçek tarlasındaki görüntü müthiş gerçekten bir de diyolaglar da çok hoş özellikle hoşuma giden bir tanesi filmin başrol karakteri Jonathan ve Alex arasında, camları pencereleri kırık dökük bir binanın önünden geçerken:
J:What is it?
A:Soviets
J:What happened here?
A:Independence
İzlenmese çok şey kaybettirmeyecek izlenince de iyiki izlemişim denebilecek eğlenceli güzel bir film, film notum 7'dir.
Eight Below
Bu filmi izlerken çocukluğumu yaşadım bir nevi. Erzurum'a yakın olan bizim köyde doksanların ortasına kadar en az karın yağdığı yıl abartısız 1 metre oluyordu. Hatta çok iyi hatırlıyorum bir keresinde o kadar çok kar yağmıştı ki tek katlı evimizin kapısı kar tarafından tamamen kapatılmıştı, Allah'tan babam evde değildi ki eve gelmek için kapıyı açtırmıştı. Yoksa havaların ısınmasını bekleyecektik kapının aralanması için. Bu dediğim 92 ya da 93 kışıydı. Yine yolda kalıp donan ayak parmakları kesilen çok kişi var o dönemden şifa kapan. Şimdi ise küresel ısınma her tarafı vurduğu gibi bizim oraları da vurdu, kar ancak yarım metre yağar ve çok da yerde kalmaz. Halbuki eskiden 12 ay yaylada kar görülürdü. Yine filmin beni götürdüğü bir nokta da benim çocukluğumun en dramatik olayı oldu. Çok sevdiğimiz bir tay vardı, turuncu renkli, yüzü ve dört bacağının yarısına kadar beyaz renkli sevimli mi sevimli çok akıllı bir hayvandı. Çocuklar nasıl şımarır naz yapıyorlarsa bu tay da aynı şekilde yapardı. Adını Murat koymuştuk, şaha kalkar, senle oynar, arkadaş gibi elini boynuna sarıp birlikte gezeceğin akıllı bir hayvandı. Neredeyse konuşuyordu, bu kadar akıllı ve seni anlayan bir hayvandı. Sonbahar bitiyor ve kışa giriyorduk. O mevsimde hayvanlar daha da bir vahşileşir hatta kurtlar neredeyse yerleşim yerlerine saldıracak kadar aç ve vahşi olurlardı. Böyle bir gecede bizim tay annesiyle birlikte dışardaydı ve sabah kalktığımızda annesi görünüyordu ama tay yoktu. Sonra aramaya koyulduk ki biraz ilerleyince derenin kenarında parçalanmış vücudunu görmüştüm. 8 veya 9 yaşındaydım o kadar ağlamıştım ki vücudum uyuşmuştu. Ben hayatımda bir hayvanın ağladığına şahit olmamıştım, o zaman gördüm bizim at da ağlıyordu, ben Murat diye seslenince yüreği parçalanırcasına tayın öldürüldüğü tarafa bakar bağırırdı ve gözünden yaşlar süzülürdu. Hatta inanılmaz gelecek belki ama 2 yıl geçmesine rağmen ben yine Murat dediğimde at yine aynı tarafa bakar iç geçirir ve bağırırdı. İnanılmaz bir şey hayvanların bu kadar duygusal ve akıllı olmaları.
Gelelim filme. Filmin başrolünde 8 köpek oynuyor. Köpeklerin performansı, duyguları, paylaşımları o kadar güçlü ki 10 üzerinden 10 veririm böyle performansa. Öte taraftan filmin insan karakterleri filmi zayıflatıyor ama sırf köpekler için bile izlenir. Belgesel tadında bir film izlemek istiyorsanız, drama ve maceranın olduğu bu filmi kesinlikle tavsiye ederim. Film notum köpeklerden özür dileyerekden 7'dir. Bana göre köpekler oskara aday olabilirlerdi.
A Very Long Engagement
Özellikle I. ve II. Dünya savaşlarını konu edinen tarihi filmleri çok severim. A Very Long Engagement olarak uluslararası dolaşıma çıkarılan Fransız yapımı bu film, I. Dünya savaşı sırasında idama mahküm edilmiş 5 Fransız askerin hikayesinden yola çıkarak I.Dünya Savaşını, insanlarda açtığı yaraları, parçaladığı hayatları ve genç bir kadının umudunu yitirmeden sevgilisinin izini sürüşü konu ediliyor. Filmin yönetmeni, Fransız harikası dünya klasiklerinde Amelie'nin yönetmeni Jean-Pierre Jeunet ve başrol kadın karakter yine Amelie'nin Audrey Tautou'dir. Güzel film ama dikkatle izlenmese ucunu kaçırabiliyorsun.
Filme notum 8'dir.
17.07.2010
Kupa Tahminleri Sonuç
Kupa boyunca tahminlerde bulunduk. Kupa öncesi takımların turnuva performanslarını görmeden öngörülerde bulunduğum için fazlaca yanıldım. Sonuçta o bir ay içerisinde oyuncu ve takım performansı belirleyici oluyor, sadece kalite etkili olmuyor. Misal Rooney müthiş bir sezon geçirdi, Lampard müthiş bir sezon geçirdi ama turnuvada vasattılar.
Kupa öncesi tahminlerde gruplardan çıkacak olan 16 takım tahminimden 10 tanesi tuttu. Çeyrek finale çıkar dediğim 8 takımdan 4 tane tuttu. Yarı finalden 4'te 1, sadece İspanya tuttu. Finale çıkacak olan takımları da İngiltere-İspanya'nın eşleşmesinden İspanya'nın şampiyon çıkacağını tahmin etmiştim. Bunun da İspanya tarafı doğru çıktı, gerisi koca bir yalan. Ama şampiyon çıkacak takımı turnuva başlamadan doğru tahmin edebildim. Karamurat ise tahminlerinde; gruplardan ikinci tura 16'da 11, çeyrek final 8'de 5, yarı final 4'te 2, final ise İngiltere-İspanya eşleşmesi ve şampiyon İspanya demişti.
Gelelim kupa başladıktan sonra yaptığım tahminlere. İkinci turdan çeyrek finale çıkacak olan 8 takımdan 7'si tuttu. Tutmayan, ABD-Gana maçında ABD'nin turu geçeceği tahmini oldu. O maç da uzatmalara gitti ve Gana uzatmalarda attığı golle haklı bir galibiyet aldı. Daha sonra yarı finale çıkacak olan 4 takımdan 3'ü tuttu desem de siz inanmayın çünkü 2'si tuttu. Aslında taraf olduğum Arjantin tahminini saymasak yine fena değildi ama işte işe duygularımı karıştırdım. Hollanda-Brezilya eşleşmesinde ise Brezilya dedim ki yine olsa yine de derim. Brezilya'nın şanssızlığı vardı o maçta. Sonra finale çıkacak takımlarda 2'de 2 ve şampiyon ve üçüncülük tahminlerinde de 2'de 2 yaptım. Böylece kupa başladıktan sonra yaptığım 16 tahminden 3'ü(ki birisi Almanya-Arjantin maçıydı ve "ben Arjantin diyorum ama bana inanmayın" demiştim) dışında 13 tanesi tuttu. Şimdi soruyorum şu ahtapot Paul paul dediklerinin lafı bile olur mu yanımda:) Yani benim tahminlere oynayan biri olsaydı servet yapmıştı şimdiye dek :)
Dünya Kupası Tahminlerim #1
Dünya Kupası Tahminlerim #2
Dünya Kupası Tahminlerim #3
Dünya Kupası Tahminlerim #4
Dünya Kupası Tahminlerim #5
13.07.2010
Dünya Kupasında Öne Çıkanlar
İşte dünya kupasında öne çıkanlar, çok konuşulanlar efenim.
Vuvuzela : Özellikle ilk maçlarda futbol zevkimizin içine etmiştir. Kabız olmuş sineklerin aynı anda tek koro şekilde vızıldaması gibi bir ses çıkararak stadları arı kovanına benzetti. Tabi turnuva ilerledikçe alıştık artık, duymamaya başladık. İspanya'nın 2008'e göre başarısının düşmesinde etkisi olduğunu ciddi bir şekilde düşünmekteyim.
Ömer Üründül : Yorumları çoğu kişiyi çıldırtmıştır ama ben öyle düşünmüyorum. Tabi bazı zamanlarda her insanın saçmalayabileceği gibi o da saçmalamıştır. Ama bence TRT'nin Muhsin Ertuğral gibi vızır vızır sesiyle arka planda bir adet vuvuzela görevini gören yorumculardan daha iyiydi. En azından sesi tırmalayıcı değildi. Öte yandan "evet, enteresan" deyişi, spikerin lafını onaylatırken örneğin "Siz ne düşünüyorsunuz Lucio hakkında, çok kaliteli bir oyuncu bu yaşına rağmen, değil mi sayın Üründül?" bunun gibi söylemlere karşılık her keresinde "çooook" diye cevaplamasıyla ekran karşısında keyifli anlar yaşatmıştır.
Hakemler : Dünya kupası gibi en büyük futbol festivali ve üstelik 4 yılda bir yapılan böylesine bir turnuvada en fazla öne çıkanlarda hakemlerin olması Ömer Üründül deyişiyle enteresan. Neredeyse her maçta hakem hataları görüldü. Japon hakem Yuichi Nishimura ve Özbek hakem Ravshan Irmatov dışında iyi yönetim gösteren hakem yoktu herhalde. Özellikle de Avrupalı hakemler berbattı. Buna rağmen finalin Japon ya da Özbek hakeme verilmemesini çok yadırgadım. Bu da enteresandı :)
Jabulani : Düşünüyorum da bu turnuva o kadar güzeldi ki bunca kötü şeye rağmen yine de sevdik. Hakemler, vuvuzelalar bir de şu güya teknoloji harikası olan jabulani...Ama bunlar içinde beni en fazla deli eden, bu toptu yahu. Çünkü topla oynuyorsun onun da içine edilmez ki. Her turnuva öncesi söylenen klasik "top kötü" söyleminden farklı olarak bu top gerçekten berbattı. Futbolculardan daha fazla öne çıkmak ister gibi bir hali var bu topun. Sanki futbolcu topla oynamıyor da top futbolcuyla oynuyor. Kimsenin kolay kolay söz geçiremediği top, kendi bağımsızlığını ilan etmiş gibi oradan oraya zıplamaya devam ediyor. Uzaktan şutlar, kanattan açılan ortalar, defansın arkasına atılan uzun paslar ve hatta yakın mesafeden yapılan yan paslarda bile bir an önce çizgiyi geçme arzusu vardı jabulanide.
Maradona : Bu kadar olumsuz şeyden sonra yüzümüze tebessüm konduran bir güzellik de vardı :Maradona. Dünya kupalarının en değerli ve güzel golü ona ait. Dünya kupalarının en değerli oyuncusu da o'dur herhalde. Bu kupada ise takım elbisesi, elindeki tesbihi ile saha kenarında yerinde oturmaksızın maçları takip edişiyle turnuvanın en renkli şahsiyetiydi. Kupa onunla daha anlamlıydı. Bu kupayı, hatırladığım 98, 2002, 2006'dan ayıran bir başka güzel yanı da Maradona'ydı kesinlikle.
Dünya Kupası EN'lerim
2010 mazi olurken, her kupanın ardından yapılan altın 11'ler, en iyiler FIFA tarafından seçilir. Bazen beğenmeyiz bu listeleri, politik kararlar ya da kupa performansından ziyade etiketinden dolayı listede olanları iddia ederiz. Aşağıdaki liste tamamen kişiseldir, belki çoğu kişinin yadırgadığı isimler de olacak ama dediğim gibi kişisel. Dünyanın en iyi futbolcusu Messi bence ve bir takım kuracaksam onun adını en başta yazarım ama kupa performansına bağlı olarak oluşturduğum altın 11'de Messi yok. Yine Xavi de yok, garip gelebilir ama dediğim gibi kupa performansı Sneijder'ın altındaydı bence. Bu yüzden yedeklerde olacak. Aşağıda kupanın altın 11'i.
Aşağıdaki de gümüş takım.
Gelelim EN'lere :
* Kupanın şampiyonu : İspanya
* Kupanın en iyi oynayan takımı : Almanya
* Kupanın en sempatik takımı : Almanya
* Kupanın en hayal kırıklısı : İngiltere
* Kupanın en çirkef takımı : Hollanda (kart istatistiklerinde de açık ara önde)
* Kupanın en zayıf takımı : Kuzey Kore
* Kupanın en mal takımı : Fransa
* Kupanın en golcü takımı : Almanya
* Kupanın en az gol yiyen takımı : İspanya(ortalama)
* Kupanın en iyi çıkış yapan takımı : Uruguay
* Kupanın sürpriz takımı : Gana
* Kupanın en gollü maçı : Portekiz-K.Kore(7-0)
* Kupanın en dramatik maçı : Gana-Uruguay
* Kupanın en iyi oyuncusu : Diego Forlan
* Kupanın en iyi kalecisi : Casillas
* Kupanın en iyi golcüsü : David Villa
* Kupanın en şanssız oyuncusu : Fernando Torres
* Kupanın en yedek olması saçma olan oyuncusu : Cesc Fabregas
* Kupanın en iyi hakemi : Yuichi Nishimura
12.07.2010
Zaman Tünelinde Müller
Sene 1974. Aralarında Müller adında futbolunun olgun çağında olan bir futbolcunun da olduğu Almanya milli takımı, o yıl Avrupa şampiyonu olan Bayern Münich'ten Müller'le birlikte 7 futbolcunun olduğu takımla dünya kupası şampiyonluğuna ulaşır. Müller, kupada attığı 4 golle bir önceki turnuvadaki 10 golüyle birlikte tüm zamanların dünya kupalaranın en golcü oyuncusu olur. Ve bu rekoru yıllarca kırılmaz, ta ki Brezilya'da futbolun tanrısı dedikleri Ronaldo boy gösterene kadar.
Sene 2010. Almanya, Avrupa şampiyonasında final oynamış Bayern Münich'ten Müller adında bir oyuncunun da dahil olduğu 7 oyuncusu ile birlikte dünya kupasında tüm rakiplerini sürklase eder. Ama İspanya'ya boyun eğer ve kupayı üçüncülükle tamamlar.
36 yıl zaman farklı bu Müller, futbolunun baharında ve kupayı 5 gol, 3 asistle tamamlayarak altın ayakkabıya layık görülür.
2010 Dünya Kupası Şampiyonu İspanya
"İspanya bu sene kötü", "EURO 2008'deki takımdan eser kalmamış" eleştirilerinin gölgesinde İspanya, her şeye rağmen dünyanın en büyük kupasını almayı başardı. İspanya 2 yıl önce EURO 2008'de taraflı tarafsız herkesin beğenisini ve sempatisini kazanarak şampiyon olmuştu. Bu turnuvada, EURO 2008'deki gibi havalı ama bir o kadar gösterişsiz oyun ortaya koydukları söylenemez ama yine de bu kupaya en layık takımlardı ve şampiyon oldular. Şimdiye dek bırakın kupayı finale bile çıkamamıştı, bu açıdan tarihe şahit olduk. İspanya'nın kadrosu o kadar iyi ki dünya karmasını oluştursan çoğu bu takımdan olacak nerdeyse. Ve bu takım kesinlikle şampiyonluğu haketti. Başkası alsaydı yazık olacaktı. Tarihinin en iyi jenerasyonunu yakalamışken hazır, ne varsa yoksa toplamalıydı bu takım. Yakışıyor Xavi'ye, Iniesta'ya, Villa'ya, Fabregas'a kupalar...
Yıllarca turnuvaların en iyi en sempatik takımlarıydı Hollanda ve İspanya. Her keresinde çok iyi başlıyorlardı kupaya ve heyecanlanır bu takımlar üstüne iddialara girerdik. Sonrası ise malum...Çeyrek finalde ya boktan bir gol ya bir hakem hatası ya da o gün hakkaten kötü oluyorlardı. 2002'de İspanya iyiydi yine, ama hakemler Güney Kore dedi. 2008'de portakallar şahaneydi yine, ama ne olduysa Rusya maçında suyu çekildi portakalların. Bu kez bu güzel iki takım rakiplerini bir bir eleyerek finale, baş başa, kafa kafaya kaldılar. Ama portakalların buraya gelmesi için bir bedel ödemisi gerekiyormuş meğer, o da güzel futboldan vazgeçmek. Portakal bildiğimiz portakal değildi, o sadece futbolu düşünen takım gitmiş, rakibine tekme tokat dalan, onu oynatmamaya çalışan bir takım vardı artık. Dünkü finalde belki de kupa tarihinin en iyi maçlarından birine tanık olmalıydık ama hayır öyle olmadı. İlk yarısında kemik sesleri vuvuzelaların bile sesini bastırmıştı. Hele hele De Jong'un uçan tekmesi... İşin kötü tarafı bu sene toptan kötü olan İngilizlerin ünlü hakemleri Howard Webb'in maçın hakemi oluşuydu. Tereddütsüz kırmızı kartı vermesi gerekirken, o sarıyı verirken bile tereddüt ediyordu. Tekmelerin gölgesindeki maçın uzatmalara gidişi ve sonrasında 117. dakikada maça sonradan giren Fabregas'ın müthiş pası ve Iniesta'nın mühteşem golüyle 2010 dünya kupası noktalanmış olacaktı.
Dünya kupasının son tahminininde böylece 2'de 2 yapmış olduk. Bir çift laf da Almanya maçı üzerine yapalım. Takımlar, üçüncülük maçlarına her ne kadar finale çıkamamanın burukluğu ile çıksalar da bu tip maçlar da kontrollü oyundan ziyade güzel futbolun görülmesi cazibeli maçları ortaya çıkarıyor. 2002'de Hakan Şükür ve İlhan'la çıkmıştık örneğin ne de olsa kaybedilecek bir şey yoktu. Almanya-Uruguay maçı da o şekilde başladı. Almanya oynadı, attı. Forlan oynadı, atarak, attırarak cevap verdi. Almanya son golü attı, Forlan'ın bu gole de verecek cevabı vardı hem de son dakikada. Ama direkler... Son dakikadaki muhteşem frikiği üst direğe takıldı ve Forlan'un komutasındaki askerler 4. oldular böylece. Almanya 3. lüğü daha fazla haketmişti zaten. Kupanın en güzel takımıydılar ama 3. oldular. Böylece Lineker'in sözü de yalan oldu. Almanlar 2002'de finalde, 2006'da yarı finalde, 2008'de finalde, 2010'da yine yarı finalde kaybettiler. Hiç de sonu Almanların mutlu sonu olan bitişler değildi bunlar. Bakalım şimdi 2012'de ne yapacak Almanların bu çok şey vaadeden jenerasyonu...
11.07.2010
Cruyff'un Final Günlüğü
Çok sevmem alıntı yapmayı ama bazen o kadar çok hoşuma giden şeyler görüyorum ki paylaşmaktan alıkoyamıyorum. Bencillik de var aslında, dönüp bakma gereğini duyacağım güzel yazılardan. Okay Karacan'ın kaleminden...
Cruyf'un final günlüğü
Muhtemelen;
11 Temmuz sabahı çok erken kalkacak yatağından.. Hayatının en uzun gününe başlamadan otel odasındaki penceresinden uzun uzun izleyecek şehri.. Üzerindeki lacivert-turuncu pijama, bir günlük sakalı dikkatini çekecek camda yansıyan belli belirsiz görüntüsünde.. İlk kez üşenmeyecek güne başlamak için.. Buz gibi bir bardak yeşil çayla giderecek susuzluğunu önce, Güney Afrika'yı terk eden yaz güneşinin sıcağını, şakacı sonbahar rüzgârlarının uğultusunu ve çılgın okyanus dalgalarının hırçınlığını düşünecek.
1974 yazında Münih'te olmayı isteyecek, final maçına kalktıkları sabahın sıcağını.. 1978'in tüm mevsimlerindeki uğultuları duyacak, gözlerini kısarak bakacak ufuk çizgisine "O Arjantin'e gitseydi, şampiyon olurduk." suçlamalarına ve üretilen teorilerin yanlışlığına cevap verecek kafasını sallayarak.. Çılgınca bir korkuydu benimkisi diyecek içinden, bugün olsa hırçınlık yapmazdım..
Ne Arjantin'deki cuntayı protesto ettiğim için, ne de ticari anlaşmalar yüzünden bu kararı aldım. Barcelona'da ben ve ailem canilerin saldırısına uğramıştık. Bizi güpe gündüz evimizde bağlayıp, kafamıza silah dayadılar, çocuklarımızın önünde taciz edildik. Oysa, hayata bakış açım birdenbire değişmişti, diye açıklamaya çalışacak bir kez daha ayna karşısında 1978 mahcubiyetini..
Bugün bile benzer olaylara rastlamanın mümkün olduğu Güney Afrika ile bağlantı kuracak kafasında ve hemen silecek bu bahsi 11 Temmuz günlüğünden.. 1974'te elinden kaçan, 78'de elinden gelmeyene yaklaştığını hissedecek.. Hatta artık onu kazandığına emin olacak.. Hollanda ya da İspanya fark etmeyecek artık.. Özenle seçtiği kıyafetleriyle lobiye inerken, 17 yaşında ilk kez çıktığı Ajax Stadı'ndaki heyecanını duyacak..
Total futbol'u inşa eden adamı, Rinus Michels'i görecek gün boyu gözleri baktığı her ayrıntıda.. Ajax zaferlerini anlatacak dış ses ona, ne garip diyecek içinden yine..
Bu takımda Ajax'ın adı yok, ruhundan üflenmiş beri yandan deyip, tebessüm edecek.. Nou Camp'a götürdüğü "total futbol" rüzgârına benzetecek öğle yürüyüşünde yüzünde hissettiği sonbahar yelini...
Real Madrid'i deviren adam bendim diyebilecek çekinmeden, sonraki zamanlarda Madrid'i felsefemizle kovalamıştık. İşte 2010 ve yine bizim sınıf iş başında diye demeç verecek fısıldanarak.. Akşama doğru karşılaştığı bir Afrikalı çocuğun gözlerindeki 'total futbol nedir?' sorusunu okuyacak.
Nasıl anlatsam ki ? Bak Puyol Almanya'ya gol atarken, yanında topa yükselen kimdi?
Pique... Evet bildin delikanlı..
Bizim stoperler, forvet rolünü üstlenmişlerdi. Gerektiğinde sağ bek mevkiini, gerektiğinde orta sahanın ortasını kullanır bu adamlar, Xavi'yi düşün ya da bak Pedro'ya sağ, sol, orta, her yerde taşıyorlar Jabulani'yi ayaklarında..
Çakılıp kalmıyorlar bir yerde değil mi?
Afrikalının parlayan gözleri Şampiyon Kulüpler Kupası zaferine imza attıkları gün İspanya sokaklarındaki milyonlarcasından farksız parlayacak Cruyf'u dinlerken.. FIFA'nın final kokteylinde tüm gözlerin gizli gizli ona çevrili olduğunu hissedecek. 39 yaşında bile şampiyon olabildiğini anlatmak isteyecek ama mütevazı kalmayı tercih edip, bu gece çok mutluyumla yetinecek.. Robben ile Pedro'nun; Sneijder ile İniesta'nın bir farkı olmayacak onun için.. Hem İspanyol olacak, hem Hollandalı kalacak o gece..
Kim kazanırsa kazansın sevinecek.. Kaybedene üzülmeyecek tek adam olacağını bilerek oturacak tribündeki koltuğuna.. Rinus Michels ile doğan Cruyf'la inşa edilen felsefenin kol kola girip kazandığı zafer olacak o finalin adı sadece.. Kupa nereye giderse o da oraya gidecek.. Muhtemelen...
Hiç kimsenin bozamayacağı içindeki huzuru tanımlayabilecek cümleleri kurup bir ayna karşısında prova yapacak dakikalarca..
Son birkaç günde aldığı telefonlar, kendisinden talep edilen onlarca röportaj isteği, iyi dilekler ve temennileri aklından geçirecek tıraş olurken..
Okay Karacan
9.07.2010
Kuyu Kebabı
İlk defa bir yerde yemek yerken önce merak edilen şey o bölgenin, yörenin kendine has bir yemeği olup olmadığıdır. Eğer bu yer turistik ise kazık yenileceği bilinse de o yiyeceği denemek istiyor insan. En azından hakkında bilgi sahibi olup ileride ona göre hareket etmek için. Geçen gün Safranbolu’ya gittik arkadaşlarla. Orada da trend Kuyu Kebabı imiş. İstedik geldi ve gördük ki 200 gramı geçmeyen kuzu etinin benim kadar yeteneksiz bir adamın bile haşlamasıyla elde edilebilecek sıradan ötesi bir şey. Üstelik yanında verilen şey ise neredeyse yok. Basit salata bile paralı. Aç kalkmanın değeri ise 15 TL. Yanında azıcık kötü yapılmış pilav ile 18 TL. Yani biz yedik kazığı, burayı okuyanın yemesine gerek yok. Git ekmek arası domates ye, daha çok tatmin olursun. Ha belki güzel yapan ve ikram eden başka yer vardır ama o kadar dandik hizmet eden restoran en çok bilinen olduğundan ben ihtimal vermiyorum. Her farklı ürünü beğenen bir de üzerine edebiyat yapan adamlar yiyip övebilirler tabi. Kendileri bilir.
Not: Resmini çekmeyi unutmuşuz maalesef. Bunu internetten buldum tarihinden anlaşılacağı üzere.
7.07.2010
Dünya Kupası Tahminlerim #5
Kupanın son tahmin postu olacak bu post. Serinin ilk yazısında takımların elemelerden çizdikleri performans grafiği ve son yıllardaki oyun profiline göre görüş bildirmiştim ama turnuvadaki durumlarını gördükten sonra daha sağlıklı tahminler yapılabilir demiştim. Öyle de oldu. İlk tahminlerim pek iyi olmadı, sonrasında ise isabet oranı yüksek tahminler ortaya çıktı. Skor tahmini etmedim çünkü onun pek bir mantığı yok, biraz da atıp tutmaya bağlı.
Bir önceki tahmin postunu, dolayısıyla yarı final maçlarını değerlendirip son tahminlerimizi yapalım.
Uruguay-Hollanda : Öncelikle şunu söyleyeyim yarı finale o kadar güzel takımlar çıktı ki hangisi elenirse elensin ister istemez üzüldüm ben. Uruguay işte... Efsanenin geri dönüşü oldu bu turnuvada. Kupa istatistiklerine bakınca ismini hep gördüğümüz, kupayı iki defa kazanmış takımın, biz henüz iz bırakan bir performansını görmemiştik bu turnuvalarda. Diego Forlan önderliğindeki takım müthiş bir performans ve özveriyle buraya kadar gelmeyi başardı. Çeyrek finalde 120 dakika fizik gücü yüksek Gana'yla mücadelesiyle yorulan oyuncular ve bunun üstüne Suarez, Fucile ve belki de en kritik eksikliği kaptan Lugano'nun olmayışları ibreyi tamamen Hollanda'ya çevirmişti. Uruguay'ın Hollanda'ya iki gol atacağını biri bana deseydi, "o zaman Uruguay geçer ya da en kötü maç berabere biter" derdim. Çünkü Uruguay çok sağlam defans yapıyordu ve yarı final maçına kadar sadece 2 gol gördü kalesinde. Bu yüzden Lugano'nun eksikliği daha kritik dedim. Öte yandan Hollanda ise bu turnuvada bilindik hücumu ile değilde garantici ve sağlam oyunuyla karşımıza çıktı, bu maçta 3 gol birden atarak kabuklarını kırdı bir nevi. Maçı, Hollanda hak ederek aldı uzatma dakikalarında ise müthiş bir heyecan oldu. Büyük usta Forlan ve ekibi de kesinlikle büyük bir alkışı hakediyor.
Almanya-İspanya : Ve bu maç...Büyük maç...Bana göre kupanın finali niteliğinde bir maçtı. Zira grup maçlarını izledikten sonra Brezilya, Almanya ve İspanya'nın geri kalan diğer takımlara nazaran daha üstün olduklarını söylemiştim. Brezilya, Hollanda'ya hiç ummadığı(mız) bir yenilgiyle elendi. Kupanın diğer iki ağır abisi ise kozlarını yarı finalde paylaştılar bu maçla. Almanya buraya gelene kadar müthiş bir performans gösterdi ve seyir zevki en yüksek maçları bize izletti. Sırplara eksik kaldıkları maçta yenildiler, diğer maçlarını kazanırken en fazla da sağlam Gana takımına karşı zorlandılar. İspanya ise ilk maçta Ottmar Hitzfeld dehasına yenilince ilk maçta, çoğu kişi İspanya'yı gözden çıkardı. Oysa iki yıl önce şampiyon olmuş, grup maçlarında da çok iyi performans gösteren ve takımın iskeletini oluşturan Barcelona'lı oyuncuların dünyada futbol rüzgari estirdiği bir takımı eleştirmek için çok erkendi. Kağıt üstünde bakınca en sağlam takım oldukları bariz görülüyordu. İspanya, Almanya kadar skorer bir takım değildi ama İspanya'nın bu oyun karakterinde zaten çok fazla gol beklemek bir yanılgı bence. Çünkü sonuca gitmek için kalenin önünde bile olsa pas yapmayı düşünen bir takımdan bahsediyoruz. Onlar da birer birer sayarak finale kadar yükselmeyi başardılar. Bu maç için şüphe yok "Müller olsaydı ..." ile başlayan cümleler çok kullanılacak. Bana göre Müller, Almanya'nın en iyi çıkış yapan oyuncusuydu ama bu maçta olsaydı bile Almanya elenmekten kurtulamayacaktı. Çünkü Müller'in etkili olması için boş alan bulması ve topun daha fazla ileri de oynanması gerekiyordu ki top kontrolü hep İspanya'daydı. Almanya bu turnuvanın en etkileyici takımıydı kesinlikle, çok genç bir takım ve bu takım bozulmasa 2012'nin en büyük favorisi olur bana göre. Ama Almanya, İspanya'dan iyi takım değil bu yüzden tahmin ederken tereddüt etmeden İspanya kazanır dedim. İspanya finale giderken, Almanya ise eminim seyir zevki bol, güzel futboluyla "galip sayılır bu yolda mağlup olan" iltifatını almıştır futbolseverlerden.
Gelelim son tahminlerime.
Almanya-Uruguay : Turnuvanın en iyi 3 takımından biri dediğim Almanya maçı alır bence. Bol gollü bir maç bekliyorum ben şahsen, umarım yanılmam. Klose kupa tarihinin en golcü ismi olabilecek mi göreceğiz.
İspanya-Hollanda : Allah'ım bu takımları yazarken bile heyecanlanıyorum. Her turnuvada büyük sempati ile izlediğim iki takım. Hatırladığım tüm turnuvalarda da sükseli oyunlarıyla büyük beklentilere sokan, sonra da hayal kırıklığı ile evlerinin yolunu tutan bu iki takım... Şimdi birisi kesin olarak kupayı alacak. Ve ikisi de finalde. Bu kesinliği seviyorum. Bu turnuva da kesinlikle efsane bu turnuva oldu, ezber bozan bir turnuva oldu. Almanya müthiş oyunuyla pozitif futbol dersini verirken, Hollanda disiplinli oyunuyla finale geliyor. Çeyrek finallerin takımı İspanya finale çıkıyor... Final maçının tahminine gelince... Benim favorim tabi ki İspanya. Ama daha önce iki defa finalde kaybetmiş portakallar da, bir üçüncüsüne hiç de niyetli olmayacaklar. Alman disipliniyle buraya gelen Hollanda, "top döner döner ama sonunda Almanlar kazanır" lafını "top döndü döndü sonunda Hollanda kazandı" ya çevirebilir bu maçta. Merakla bekliyor olacağız.
Dünya Kupası Tahminlerim #1
Dünya Kupası Tahminlerim #2
Dünya Kupası Tahminlerim #3
Dünya Kupası Tahminlerim #4
5.07.2010
Dünya Kupası Tahminlerim #4
Dünya kupasının sonuna doğru geliyoruz. Bu büyük futbol şöleninin sonuna yaklaştıkça insanda bir hüzün oluyor. Zira bir dahaki için 4 yıl beklemek lazım. 4 yıl da insan hayatında birçok değişikliğin olmasına gebe bir süredir.
Bu kupa için "sıkıcı, tat vermiyor" diyorlar ya, ben anlamadım. Açıkçası birçok yönden efsane bir turnuva olduğunu düşünüyorum. Eminim yıllar sonra ne turnuvaydı ama denecek. Ayrıca sıkıcı denecekse ben şahsen 2006'nın çok daha sıkıcı olduğunu düşünüyorum. 2002 dünya kupasında da biz olduğumuzdan dolayı bize çok güzeldi.
Efsane takım Hollanda, yıllar sonra yarı finalde. Yine İspanya yıllarca güzel oynadığı halde buralara gelemiyordu, onlar da 1950'de oynadıkları yarı finalden sonra ikinci kez aynı başarıyı yaşadılar. Yine aynı dünya kupasında, 60 yıl önce şampiyon olan Uruguay takımı tekrar yarı finalde. Ve turnuvaların çoğu zaman şanslı takımı olarak nitelenen Almanya'sı bu sene zorlu rakiplerini güzel futbol ve bol gollerle evine yollayarak yarı finalde. İşte böyle bir turnuva... Ve kesinlikle sıkıcı değil aksine efsane bir turnuva.
Şimdi gelelim bir önceki tahmin değerlendirmelerimize.
Hollanda-Brezilya : Artık klasikleşmiş bir eşleşme oldu Brezilya-Hollanda kapışması, Brezilya ve Avrupa'nın Brezilya'sı bir nevi. Turu Brezilya'nın geçeceğini düşünüyordum ama yanıldım. Brezilya belki çok eleştirilecek ama kesinlikle iyi oynuyordular ve evet şanssızlıktan elendiler.
Uruguay-Gana : Kara kıtanın son kalesi Gana ve küllerinden doğan efsane Uruguay karşı karşıya geldi. Çeyrek finalin en sıkıcı maçı olsa da uzatma dakikalarının son saniyelerinde Suarez'in topu kaleci gibi çizgiden çıkarması, kırmızı kartla dışarı çıkıp rakibine penaltı kazandırması, Gyan'ın topu direğe nişanlanması ve sonrasında Uruguay kalecisinin beni acayip güldüren üst direkle muhabbet etmesi ile hafızalardan uzun süre silinmeyecek bir maç oldu. Gana eksikliklerine rağmen yine güzel oynadı ve biraz da talihsizlikten elendiler.
Arjantin-Almanya : Tamamen duygusal davranıp Arjantin geçer dedim. Ama biliyordum bu bir yalandı, temenniden başka bir şey değildi ve farkındaydım Almanya'nın çok daha güzel oynadığının. Maçtan sonra Messi'nin gözlerinin dolması beni o kadar etkiledi ki, takımda olup 90 dakika boyunca Almanlara nefes aldırmadan her tarafta pres yapmak istedim.
Paraguay-İspanya : Yarı finalistlerin hepsini doğru tahmin etmenin çok zor olduğunu söylemiştim, gerçekten öyle oldu ama bu maçı tahmin etmek en kolayıydı. Çünkü İspanya, rakibinden bir değil iki gömlek üstündü, zorlansa da turu geçmeyi başardılar. Gol dışında, iki dakika içerisinde önce Paraguay'ın tur hayallerinin Casillas'ın ellerinde erimesi ve hemen akabinde kaleci Villar'ın Casillas'a nazire yaparcasına kurtarışı maçın en unutulmaz anı oldu.
Gelelim yarı final maçlarının tahminlerine.
Uruguay-Hollanda : Kim yenerse yensin finalin bu ayağı güzel bir takım olacak. Uruguay'da takımın herşeyi olan Forlan'dan sonra gelen, Suarez olmayacak. Fucile yine önemli oyuncu, o da yok. Lugano ise sakattı, oynayacak mı bilmiyorum. Dolayısıyla Hollanda turu geçer diyorum.
Almanya-İspanya : Bu turnuvada diğer takımlardan faklı olarak Brezilya, Almanya ve İspanya daha üstün takımlardı. Hatta bu açıdan 2006 dünya basketbol şampiyonasına benzedi. O turnuvada da ABD, İspanya ve Arjantin diğer takımlardan bariz üstün takımlardı. ABD, Yunanistan'dan çok daha üstün olduğu halde biraz da ciddiyetsizlikten elendi. İspanya ve Arjantin'in de kendi aralarındaki yarı final eşleşmesinden İspanya bir sayı farkla turu geçerek finale kalmıştı. Ordaki basketbolun ABD'si burdaki futbolun Brezilya'sı, İspanya yine İspanya, Arjantin de Almanya. Yani anlayacağınız ben bu turda birçok kişinin aksine İspanya'nın turu geçeceğini düşünüyorum. Ama turnuvanın en güzel maçı olmaya aday bir maç bence, belki de final olmalıydı bu maç.
Dünya Kupası Tahminlerim #1
Dünya Kupası Tahminlerim #2
Dünya Kupası Tahminlerim #3
3.07.2010
Arjantin:0 Almanya:4
Maradona’nın takımı buraya gazla ve hücum oyuncularının bireysel performansı ile gelmişti. Onların yeterli olmadığı bir turda elendiler normal olarak. Messi’yi çok seven birisi olarak üzülüyorum ama bu futbolu oynayan Almanya’nın hakkıydı elemek. Messi, Maradona olma şansını şimdilik askıya almış oldu. 2014’te farklı bir hoca ve farklı bir teknik direktör ile şansını bir daha deneyecek, biz de yine heyecan ile izleyeceğiz.
Arjantin’e şimdi iyi takım oyunu oynamıyor diye salmak yersiz olur. Zaten buraya öyle oynayarak gelmediler ve o şekilde oynamayacakları da biliniyordu. Hücumda başta Messi, bireysel performanslara bakıyordu. Daha doğrusu bu hücumcuların kendi aralarındaki uyumuna. Ancak ataklarda topu alanlar çoğunlukla kendi başına hareket ettiler ve fazla formda olmadıkları bir günün sonunda herhangi bir sonuç alamamaları doğal. Kaleye attıkları onca top dağa taşa ya da tam kalecinin üstüne gidince suçu şutu çekenlerde aramak lazım, sadece topta değil. Orta saha yoktu her zamanki gibi. Bekleyenin olmadığı gibi.
Tamam ellinci tekrar belki ama Zanetti gibi bir adamın varken Otamendi, Guiterrez ile uğraşmak nedendir. Düşünmeye bile gerek olmayan bir doğru olunca sıkıyor insanın canını. Al koy oraya, düşünme arkadaş. Arkanı sağlama al.
Almanya ise toplam yeteneği Arjantinlilerden az olmasına rağmen kolektif oyunları ile onların üstündeydi açık ara. Podolski’nin bazı şutları haricinde birbiriyle uyumlu ve bencil ya da anlamsız davranmadılar ve sonuca rahat gittiler. Müller ilk iki golde de aktif rol alarak maçı koparan kişiydi bence. Gerçi bakınca şu sıkıntı çıkardı diyeceğin bir tane adam yok Almanya’da. Hepsi ciddi katkı sağladı. En defansif orta saha oyuncuları Schweinsteiger’in attırdığı gole bakınca Almanya’yı sevmemek pek mümkün değil. Tekrarlamakta fayda var: Almanya hücumda tüm takımın katılımıyla birçok varyasyonu başarılı bir şekilde oynuyor ve hak ederek kazanıyor.
İspanya-Paraguay’ı eleyeceğini varsayarsak- Almanya’yı Euro 2008’deki kadar rahat geçemeyecektir. Kupayı ise bu taraftan gelen takım kaldıracak gibi.
İyi, Kötü, Çirkin :Felipe Melo
Şüphe yok Hollanda-Brezilya maçına Felipe Melo damgasını vurdu. Önce müthiş bir asistle takımını öne geçirdi, ardından kendi kalesine gol atıp başta kendi olmak üzere tüm takımın moralini bozdu, en son da kırmızı kart alarak takımının elenmesini sağladı. Bir adam bir maça damgasını herhalde ancak bu kadar vurabilir. Peki sadece Felipe Melo mu suçlu? Değil, bence Dunga'nın da suçu var. Tabi tartışılır. Şöyleki futbolda her zaman kendi kalelerine gol atan oyuncular oluyor ve olacak. Bu durum tamamen şanssızlık, en iyi oyuncular bile kendi kalesine gol atabiliyor. E haliyle oyuncunun morali göçüyor böyle durumda. Bu durumda teknik adam ya oyuncusunu oyundan alır ya da bu haliyle oyuna devam etmesine ses çıkarmaz. Dünya kupasında yarı finale hatta finale çıkmanı sağlayacak bu derece önemli maçta oyuncun bu kadar kritik hata yaparsa moralmen çöker. Bu durum bir de tansiyonun daha yüksek olduğu ikinci yarıda oluyor. Bu durumda bence Dunga, Melo'yu kenara almalıydı kesinlikle. Haaa, denecek "kenara alsa oyuncu daha da kötü olur". Ben buna katılmıyorum, oyuncunu tebrik eder üç beş lafla teselli eder, oturturdun yanına. Şimdi o moral bozukluğu ile, o sinir ile(aslında kendisine sinirlendiği için) o kırmızı kartı da görmemiş olarak belki de birlikte tur sevinci yaşıyor olacaktınız.
Bir lafta Hollanda'ya gelsin. Tamam portakalları seviyoruz ama gerçekten ballılar bu turnuvada. Uruguay'da defansın bel kemiği Lugano olmayacak, sonra takımın Forlan'dan sonraki en önemli oyuncusu Suarez'de olmayacak. Zaten Hollanda tatsız tuzsuz futboluyla buraya kadar geldi, burdan sonrası için de balının devam etmesi bana bile pes dedirtiyor. Aslında biz taraftar olarak pozitif tempolu oyunu seviyoruz, Hollanda'ya sevgimiz de ondan. Ama genlerine güzel futbol işlenmiş bu ülke şimdi bu kadar sıkıcı bir oyunla finale çıksa ya da kupayı alsa bundan sonrası için korkarım artık güzel futboldan ziyade durumu kurtaracak sonuçları düşünür. Üstelik bu başarıyı nice efsane teknik adamlarla elde edememişken şimdi şu van Marwijk ile ulaşacaklar. Bu yüzden Uruguay-Hollanda eşleşmesinde Uruguay'ı tutuyorum.
2.07.2010
Hollanda:2 Brezilya:1
Bu maçı açıklayacak en iyi laf herhalde “Ne oluyo lan!” dır. Birbirinden tamamen farklı iki yarı daha doğruzu iki farklı maç izledik. İlk yarının sonunda oynadıkları futbola ve skora bakan Brezilya’daki insanlar muhtemelen kutlamalara başlamışlardır. 90 dakikanın sonunda ise hayal kırıklığı zirve yapmış olsa gerek.
Maçın başlamasıyla birlikte sahada var olan takım Brezilya’ydı. Savunmada gedik vermeyen, ikili mücadelelerden galip çıkan ve hücumda kendisini hissettiren. ‘İki takımında hücumda etkili bireysel yetenekleri ve iyi takım savunmaları var’ öngörüsü ile başlayan maçta öngörü geçersiz gibiydi. Zira maçın başında göbekten kolayca delinen Hollanda savunmasında golü atan Robinho’yu kovalayan adamın gol atması beklenen Robben olması oldukça ilginçti. Hücumda hızlı paslaşan ve bunun sonucun da pozisyona giren veya şut pozisyonu oluşturan taraf Brezilya’ydı. Kaka’nın sağ doksana giden kavisli topunu kaleci muhteşem bir şekilde çıkarmasaydı maç orada kopabilirdi ama kopmadı tabi. Hollanda çok ilginç bir şekilde oldukça yavaş paslaşıyor, pozisyon üretemiyor ve Robben’in ayağına bakıyordu. Robben’in klasik çalımı iyi belletilen Brezilyalılar göz açtırmadı. Tabi ısrarla aynı çalımı denemesini ise eksi hanesine yazdım ben. Verimli ve hızlı paslaşan Brezilyalı hücumcuların girdiği ikili mücadelelerde sürekli ayakta kalması maçın sonucunu biz izleyenlere belli eder gibiydi.
Ve ikinci yarı, başka bir deyişle ikinci maç. Belki biraz da Brezilya’nın izin vermesiyle topa daha çok sahip olan takım Hollanda idi. Kısa bir süre sonra ise şu an muhtemelen Brezilya’da asılmaya başlanmış olan Felipe Melo sahneye çıktı. Önce topu kendi kalesine yolladı. Daha sonra kısa süre dengede giden maçta yenen ikinci golün ardından gereksiz kırmızı kartı yiyerek Brezilya’nın umutlarına turp sıktı. Zaten o dakikadan sonra kupanın en sağlam takımı görüntüsündeki Brezilya birdenbire en dağınık takımı oluverdi. Her şey bitmişti aslında. Eksik olan sadece Hollanda’nın kontradan atacağı gollerdi. Ama kaç kez bomboş pozisyonda amatör futbolcu tercihleri gösteren Hollandalı futbolcular onlara olan sempatiyi azaltıverdi. Hele bir son dakikalarda 3’e 0 yakaladıklarında neyi niye beklediklerini ve içine ettiklerini ben anlamadım açıkçası. Kuyt, Huntelaar, Robben, Sneijder hepsi pot kırmakla birlikte maçın toplamında en başarısız adamı net bir şekilde Van Persie’ydi. Pas, şut, çalım tercihlerinde çok az doğru olanı yaptı.Maçın toplamına bakınca Hollanda’nın pek de hak ettiği söylenemez. Biri kendi kalesine, biri duran toptan gelen iki gol. Sırtını dayayacağı türden hücumlar değil. Şans fazlasıyla yanlarındaydı. Kontra bulduklarının ise tamamını harcadılar. Robben’in başını sıkıştırınca ve sola atacağı çalımın önünü kesince durdurmak da pek zor olmadı. Eğer karşılarına çıkacak takım Uruguay olursa elemeleri çok zor olacaktır.
1.07.2010
2006'dan 2010'a
2006 Dünya Kupası’nda çeyrek finale kalan 8 takımdan 6’sı Avrupalı 2’si ise Güney Amerikalı’ydı. Yarı finale kalanların ise tamamı Avrupa’dandı. Yani Avrupa’nın üstünlüğü çok netti. Ben o zamanlar Avrupa futbolunun üstünlüğü olarak yorumlamıştım. 2010’a geldiğimizde yani aradan sadece 4 yıl geçtikten sonra 4 Güney Amerikalıya karşılık 3 Avrupalı kaldı. Bunda muhtemelen yetenekli Güney Amerikalıların savunma yapmayı öğrenmesinin payı büyük. Brezilya ve Arjantin2in burada olması zaten çok normal ama Uruguay ve Paraguay’ın iyi savunma yaptığını kabul etmek gerek. 2014’te Avrupa tekrar tahtını alabilecek mi? Bence zor zira Güney Amerika kolay kolay işi bırakmazken yükselen ABD ve Uzakdoğu var. Merakla beklemiyoruz tabi, hele bir 2010’dan tat alalım, şimdiye kadar alamadık ama Almanya-Arjantin ve Hollanda-Brezilya çok şey vaat ediyor.