28.12.2010

Bir Mülakat Hikayesi



Sevgili profesyonelleşen dünyanın amatör ruhlu bloğu ve okuyucusu! Sen hala burda mısın ? :)

Bugün güzide bir kurumumuzun mülakatına girdim. Mülakat değil de kendi adıma ‘felaket’ de diyebilirim. Şu ana kadar bir sürü sözlü mülakata girdim ama hiçbiri bugünkü kadar amatörce ve kibirlice yapılmadı. Sınava bugün için çağrılan kişi sayısı 40 ve herkese başlangıç saati olarak 14:00 verildi. Sonra hepimiz bekleme salonuna doluşup beklerken, bir kişi için öngörülen sürenin 10-15 dakika olduğunu ve sınavda tamamı teknik olmak üzere 5-6 soru sorulacağı söylendi. Soyadı sırasına göre olan listede sonlara doğruydum. Buna göre sıranın bana 19:00’dan sonra gelmesi gerekiyordu ki sınavı 20 hatta 22’ye kadar sürdürebileceklerini söylediler. Benim gibi listede sonlarda olan, okulumuzun eski mezunlarından biri ile dışarı çıkıp bir yerde oturalım dedik. Yeni gözde mekanlarımdan biri olabilecek ortadünya'da 1.5 saat kadar oturduktan sonra kuruma geri döndük. Allah’tan döndük ki zaman geçtikçe mülakat süresi de kısaldıkça kısalmış. Saat 18:00’e 5-10 dakika kala sıra bana geldi. Odaya girdim buz gibi bir hava vardı. Oysa 18:30 otobüsünü kaçıran ve dibe vuran dipten çıkış kapısı olarak bu sınavı gören ‘ben’in sinirleri yeterli gergindi, bir de bu hava etkisi ile iyice dondular. Kendini tanıt dendi. Kendimi tanıttım odanın telaş kokan atmosferinde. ‘Çorbalar soğudu’ tadındaki bu telaşın mahcubiyetiyle soru beklerken hiçbir soru sorulmadı. Birbirlerine bakan gözlerden bir çifti bana dönüp ‘ne iş yaparız/yaparsın burda?’ sorusunu yöneltti. Gerisi iyice şaşıran şaşkın ‘ben’in birkaç şey zırvalaması ve sonrasında kar tipi içinde ‘tamam gidebilirsin’ yanıtı…Üç dakikada filan olmuştu tüm bu anlatılanlar. Dönüp ‘ama 14 saat …’ demek istedim ama çoktan buz tutmuş dilim dolanmadı. Dört bin civarlarında ücret veren bir kurumun 3 dakikayla(!) adam alması bana fazlasıyla profesyonelleşen, uzmanlaşan ve insanlıktan uzaklaşan ‘hayat’ımızı bir daha düşündürttü. ‘Hayat’ donup havada asılı kaldı ve harfleri birer birer dökülüp toprakla kucaklaştı. ‘Hayat’ doğduğu yere dönerek sonunun ‘toprak’ olduğunu usulca fısıldar gibiydi. Hayattan bana aşağıdaki uzmanlaşan ve aynı zamanda insanlıktan uzaklaşan dünyamızın hikayesi geriye kaldı. Ve tabi 14 saatlik devam ettiğim bu otobüs yolculuğu.

1908 yılında Henry Ford, Model T adıyla bilinen otomobillerinin üretimine başladığında, bir iğnedekinin aksine, tek bir otomobilin yapımı için 7.882 farklı işlemin gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Ford yaşamını anlatırken, uzmanlık gerektiren bu 7.882 işlemden 949’unun “fazlasıyla güçlü insanlar” tarafından, 3.338’inin ise “sıradan” insanlar tarafından yapılması gerektiğini söylemişti. Diğer işlemler, “kadınlar ve çocuklar” tarafından yapılabilirdi. Ford, soğukkanlı bir tavırla şöyle anlatıyordu : “Daha sonraları, 670 işlemin ayakları olmayan, 2.637 işlemin bir ayağı olmayan, 2 işlemin kolları olmayan, 715 işlemin tek kolu olmayan ve 10 işlemin de körler tarafından gerçekleştirilebileceğini anladık. ” Diğer bir deyişle, uzmanlaşmış işler bütün bir kişiyi değil, kişinin belli bir bölümünü gerektiriyordu. Aşırı uzmanlaşmanın ne kadar zalim ve insanlıktan uzak boyutlara ulaşabildiği, bundan daha iyi ifade edilemezdi.

Bu yazıyı 24 Aralık’ ta yolda yazdım, köprünün altından çok sular aktı ama yine de ekleyeyim istedim.

Hiç yorum yok: