Bugün 10 Kasım, Atamızın bedenen aramızdan ayrılışının 86. yılı. Onu her daim hatırlıyor, saygı, sevgi ve şükranla anıyoruz.
Başlıktaki filme gelirsek; özellikle 1970 öncesi filmleri izlemek zaman zaman zorlayıcı ve açıkçası sıkıcı olabiliyor. Ancak bazı klasikler var ki, merak eder ve izlersiniz. Akira Kurosawa'nın bu filmi de tam olarak o filmlerden biri. Kurosawa'ya uluslararası ün kazandıran ve Japon sinemasını dünyaya tanıtan bu yapım, aynı zamanda sinema tarihinde ilk kez kameranın doğrudan güneşe çevrildiği bir film olma özelliğini taşıyor.
Filmde, genç bir gelinin tecavüze uğraması ve samuray eşinin öldürülmesi olayı, dört farklı bakış açısından anlatılıyor: olayın faili olan haydutun, genç kadının, ölen kocanın hayaletinin ve sonradan öğreniyoruz ki, olaya tanık olan bir oduncunun gözünden. Filmin ana teması, "İnsanlar bencildir ve gerçekler, olaylara bireylerin kendi bakış açılarıyla yaklaşması ve kendi süzgeçlerinden geçirmeleri neticesinde eğilip bükülür," şeklinde özetlenebilir.
Dönemin zorlu koşulları, özellikle atom bombası yemiş bir devlet olarak Japonya'nın yaşadığı acılar, Kurosawa'nın bu tür karamsar temalara yönelmesine neden olmuş. Ancak filmin tamamen karanlık bir yapım olduğunu da söyleyemeyiz; umut da var. Kameranın zaman zaman ışığa, güneşe dönmesi, umuda tutunma çabasını simgeliyor. Nitekim film de umut ile sonlanıyor.
Bu aralar ülkemizde gündem olan Narin Güran davasını ve verilen ifadeleri düşündüğümde, filmin teması daha da bir anlam kazanıyor. Neredeyse asırlık bir filmin hâlâ güncel, çarpıcı ve geçerli olması, sanatın zamanı aşan gücünü gösteriyor. Film notum: 7/10.
10.11.2024
Rashomon (1950)
29.10.2024
Yume (1990)
Japon ve dünya sinemasının en önemli figürlerinden biri olan Akira Kurosawa'nın 'Yume', yani Türkçe ismiyle 'Rüyalar' filmi, isminden de anlaşılacağı gibi rüyaları konu ediniyor. Filmde, her biri kısa öykü tadında, ilginç birkaç kısa film izliyoruz. Ikisi hariç, tümü Kurosawa’nın korkularını ve dramlarını ele alıyor. Her bir öyküde, izleyiciye güzel mesajlar sunuluyor. 'The Tunnel' ve 'The Blizzard' sanırım en sevdiğim iki öyküsü oldu, ancak hepsini bir solukta izlemek istiyor insan.
Film, bana insanların aslında ne kadar benzer olduğunu düşündürdü; kültürümüz, dilimiz, inançlarımız, coğrafyamız farklı olsa da, korkularımız, kaygılarımız, sevinçlerimiz, hayallerimiz ve rüyalarımız birbirine ne kadar da benziyor. 'The Tunnel'ı izlerken, çocukluğumda büyük büyük babaannemin anlattığı cihan harbi ve kurtuluş mücadelesi hikayeleri, şehitlikler üzerine anlatilan rüyalar ve öyküler aklıma geldi.
Film notum: 8/10.
21.10.2024
Perfect Days (2023)
'Perfect Days', ünlü Alman yönetmen Wim Wenders’in yönettiği bir Tokyo filmi. Wenders’in belgesel-film tarzında sevdiğim yapımlarından biri olan 'The Salt of the Earth' gibi, bu filmde de çok az diyalog var, ancak karakter odaklı olması açısından ondan oldukça farklı. Film, 50’lerinin sonlarında ya da 60’larının başlarında gibi görünen, tuvalet temizlikçisi Hirayama’nın hayatına odaklanıyor.
Hirayama her gün aynı rutinle güne başlıyor: Sabah çok erken kalkıyor, kahvesini alıp arabasına biniyor ve Tokyo’nun çeşitli yerlerindeki tuvaletleri temizlemeye gidiyor. Ama ne temizlik! Adam, bu işi adeta aşkla yapıyor. Günün sonunda ise bir onsen’e gidip güzelce yıkanıyor, ardından bir bara uğrayıp akşam yemeğini yiyor ve en sonunda yalnız yaşadığı iki katlı, sade ama eski evine dönüp biraz kitap okuduktan sonra uyuyor. Bu arada arabasında sürekli 70'lerden güzel müzikler, Rolling Stones, The Kinks, Van Morrison gibi isimleri kasetlerden dinliyor.
Hirayama'nın hayatı dışarıdan sıradan görünebilir, ancak derinlere indikçe çok daha katmanlı biri olduğunu fark ediyoruz. Entelektüel bir yapısı var, sanatı ve okumayı seviyor. Hayatı yaşamış, insanlara ve çevresine bakarak huzur bulan biri. Ağaca, güneşe gülümseyerek bakışı, onu adeta 'Ferrarisini tuvalet işine satmış' biri gibi gösteriyor. Zaten yaşadığı semt de Tokyo’nun en pahalı bölgelerinden biri (tabi izleyici bilmiyor, ben biliyorum ;)). Filmin ikinci yarısında evinden kaçan yeğeni yanına gelince, Hirayama’nın geçmişte ailesiyle sorunlar yaşadığını ve kendisini izole ettiğini anlıyoruz. Sonradan gözyaşlarına boğulması, karakterimizin büyük bir derdi olduğunu açıkça gösteriyor.
Film, başı sonu belli olmayan bir hayatın tam ortasında, kıyıda köşede kalmış bir karakter üzerinden bize aslında hayatı sorgulatıyor. Yalnız yaşayan, ailesiyle arasında binlerce kilometre mesafe koymuş biri olarak, bu hikaye beni derinden etkiledi. Özellikle gecenin sessizliğiyle izleyince adeta bir bıçak gibi hissettim. Aslında bu film hakkında yazacak çok şey var ama yarın sabah iş var, bu yüzden burada yazımı sonlandırmam gerekiyor. Bu oldukça rahatsız edici ama bir o kadar da düşündürücü filmi izlemenizi tavsiye ederim. İlginç bir hikaye sunuyor.
Film Oscar’a aday gösterilmiş ve birçok uluslararası ödül kazanmış. Başroldeki Koji Yakusho’yu daha önce 'Tanpopo'dan hatırlıyoruz, orada genç ve bambaşka bir karakterdi. Bu filmde ise muhteşem bir oyunculuk sergilemiş ve vermek istediklerini seyirciye başarıyla aktarmış. Bence film, bize bir anlamda ayna tutuyor. Film notum: 7/10.
19.10.2024
Cha no aji (2004)
Dün gece, Oya ile birlikte izleme niyetiyle başladık, ama o daha filmin başlarında uyudu. Zaten saat de hayli geç olmuştu. Bugün, bu saatlerde filmi tamamladım. Japonya'nın neredeyse her köşesini gezmiş ve özellikle kırsal bölgelerine hayran biri olarak, filmin sunduğu görselliği beğenmemek mümkün değil. Doğa manzaraları gerçekten büyüleyici.. Filmde birçok soyut öğe kullanılmış, müzikleri ve doğanın güzellikleriyle birleşince ortaya mistik bir hava çıkmış.
Kafası biraz 'kırık' tipler, kawaii çocuklar, sıradışı Japon karakterler, harika doğa manzaraları ve tuhaf ama etkileyici bir müzikle birleşen film, naif, eğlenceli, huzurlu ve dingin bir yapıya bürünmüş. Filmi biraz da, çok sevdiğim Emir Kusturica’nın 'Arizona Dream'ine benzettim. Paralel evrendeki Japon versiyonu diyelim. Zaten Japonya da başlı başına bir paralel evren sayılır.
Filmin Türkçe'ye çevrilen ismi 'Çayın Tadı'. İzledikten sonra insanda, bir fincan çay içtikten sonra gelen o huzurlu his gibi farklı bir dinginlik bırakıyor. Film notum: 7/10.
16.03.2024
Soshite chichi ni naru (2013)
Bu tempo ile Koreeda Hirokazu'nun filmografisini tamamlayacağım gibi görünüyor. Listemdeki, konusu itibarıyla oldukça ilgi çekici 'Soshite chichi ni naru' (Babam Olacak Adam), derin bir psikolojik drama dalış yapıyor. Bir çocuğu altı yaşına kadar büyütüyorsunuz; onun geleceği için temeller atıyor, onunla gülüyor, onunla birlikte yaşamın tadını çıkarıyorsunuz. Sonra bir gün öğreniyorsunuz ki, hastanede bebekken karıştırılmış; biyolojik olarak başka birinin çocuğu sizinle, ve sizin biyolojik çocuğunuz da başka bir aile tarafından büyütülüyor. Sunulan koşullar, yaşam tarzları ne kadar farklı ya da benzer olursa olsun, bu durumun yarattığı duygusal karmaşa tartışılmaz.
Film, Cannes Film Festivali'nde en iyi film ödülünü kazanmasa da, jüri özel ödülüne layık görülüyor ve kesinlikle izlenmesi gereken, oldukça etkileyici bir film. Film notum: 8/10
4.02.2024
Hotaru no haka (1988)
Oppenheimer filminin Japonya'da vizyona girmemiş olması, başlı başına merakımı kabartan bir detaydı. Nihayet bir şekilde izleme fırsatı buldum, ancak beklediğim kadar etkileyici bulmadığımı itiraf etmeliyim. Oppenheimer'dan sonra, İkinci Dünya Savaşı'nı mağlup bir milletin gözünden gözlemlemek amacıyla başlıktaki filmi izledim. 'Mağlup bir göz' derken, benzer bir yaklaşımla 'Im Westen nichts Neues' (Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok) filmini de izlemiştim; o film de, Birinci Dünya Savaşı'na Alman perspektifinden bakan etkileyici bir yapımdı.
Film, Reza'nın önerdiği film listesinde yer alıyordu ve 1988 yapımı, ünlü Studio Ghibli animasyonlarından biriydi. Konusunu Japon yazar Akiyuki Nosaka'nın otobiyografik ve kısmen kurgusal hikayesinden alan film, yönetmen Isao Takahata'nın yetenekli ellerinde muhteşem bir dramaya dönüşüyor. Bir ağabey ile kardeşinin savaş sırasında hayatta kalma mücadelesini konu edinen film, Türkiye'deki 'Canım Kardeşim' filmini andıran, oldukça dramatik ve başarılı bir animasyon. Film için notum: 8/10.
21.01.2024
Tampopo (1985)
Dün gece, yani Cumartesi'yi Pazar'a bağlayan gecede biraz aç olduğum halde saat geç olduğu için yemek yemek istemediğim bir anda bu filmi, 'Tanpopo'yu izledim. Temamiz bu kez, yemek ve daha spesifik olarak ramen üzerine odaklanan eğlenceli ve akıllıca kurgulanmış bir kara komedi. Film, birbirinden bağımsız hikâyeler içerse de, ana konu bir ramen dükkanı işleten kadın ve ona yardım eden bir grup adam etrafında dönüyor.
1985 yapımı olmasına rağmen, sanki günümüzde çekilmiş gibi taze bir havası var. "Japonya, 80'leri ve 90'ları dünyanın geri kalanının 2000'leri gibi yaşadı, ama sonra orada takılıp kaldı" sözü boşuna söylenmemiş. Bu bağlamda, 80'lerin Tokyo'sunu biraz da olsa görmek gerçekten harikaydı. Filmde, yemek ve sevişme kültürlerini birleştiren paralel bir öykü ise, George Costanza'nın bu konudaki ünlü çabasını akıllara getiriyor.
Film müzikleri, 'Amelie' filmi kadar büyüleyici olsaydi, "Japon sinemasının Amelie'si" diyebileceğim kadar sıcak ve samimi bir yapım diyecektim. Ayrıca, Japon sinemasının efsanevi oyuncularından Ken Watanabe'nin erken dönem oyunculuguna tanıklık etmek, filmin bir başka güzel yanı. Kişisel olarak pek ramen sevmesem de, filmi izledikten sonra arkadaşımla "bugün ramen yiyeceğiz" diye karar verdik. Ve işte bu satırları, Ginza'da akşam yemeği olarak harika bir ramen yedikten sonra evime dönmüş olarak yazıyorum. Film notum: 8/10.
20.01.2024
Ikiru (1952)
Akira Kurosawa'nın yönetmenliğini üstlendiği ve 'Yedi Samuray' filmiyle şöhretini pekiştiren usta yönetmenin bir başka klasiği, yaşam ve ölüm üzerine derin düşünceler barındırıyor. Film, hayatının son birkaç ayını yaşarken insanın ne hissedeceğini, neler yapacağını merkeze alıyor. Ana karakter, emekliliğe az bir zaman kala, uzun yıllardır monoton bir büro işinde sıradan bir yaşam sürüyor. Ancak mide kanseri teşhisi aldıktan sonra tüm hayatını sorgulamaya başlıyor. Ölüm haberi, onun için adeta bir uyanış anı oluyor; çünkü karakterimiz, o ana kadar adeta yaşayan bir ölü gibiydi.
Filmde şu sözler geçiyor: "Talihsizliğin asaleti hakkında söylenenlerin gerçek olduğunu şimdi anlıyorum. Çünkü talihsizlik bize gerçeği öğretir. Kanser, hayatınız konusunda sizin gözlerinizi açmış. Biz insanlar çok dikkatsiziz. Hayatın güzelliğini ölüme rastlayınca anlıyoruz. Ama sadece birkaçımız ölümle yüzleşebilir. Daha kötüleri, ölmeyinceye kadar hayat hakkında bir şey bilmiyor. Muhteşemsiniz. Hayatınıza bu yaşta isyan ediyorsunuz. Asi ruhunuz beni harekete geçiriyor. Hayatınızın kölesi iken, şimdi efendisi olacaksınız. Demek istediğim, hayattan zevk almak insanların görevi. Boşa geçirmek, Tanrı'nın bu büyük hediyesinin kutsallığını bozmak. Hayat konusunda açgözlü olmalıyız. Bize açgözlülüğün kötü olduğu öğretildi, ama bu artık eskidi. Açgözlülük bir erdemdir, özellikle hayata karşı." Bu aforizma, kahramanımızın kanserini öğrendikten sonra bir barda tanıştığı bir yazar tarafından ifade ediliyor.
Bu sözler, bana Nazım Hikmet'in "Yaşamayı ciddiye alacaksın" dizelerini hatırlatıyor. Ancak buradaki "hayatta zevk almak" ifadesi, çılgınca eğlenmek anlamında değil; aksine, pasif ve monoton bir yaşamı reddetmeyi ve her anın hakkını vererek yaşamayı vurguluyor. Kahramanımız Watanabe, tam aydınlanma anını, bir doğum günü kutlamasının ortasında deneyimliyor ki bu, yönetmenin ince bir dokunuşu olarak karşımıza çıkıyor. Bu temayla ilgili pek çok film çekilse de (bkz. 'the bucket list'), hepsinin ilham kaynağı bu film olmalı.
Tüm bu olumlu yönlerine rağmen, 1952 yapımı bu eski filmi izlemek zaman zaman sıkıcı olabiliyor. Üstelik başrol oyuncusunun rolunun hakkini vererek ağır ve tekdüze konuşma tarzı, izleyici için zorlayıcı bir deneyim yaratabiliyor. özel bir ilginiz yoksa, filmin yarısında bırakma ihtimaliniz yüksek. Film notum: 7/10
Manbiki kazoku (2018)
Koreeda Hirokazu'nun yönetmen koltuğunda oturduğu 2018 yapımı 'Manbiki Kazoku', adeta bir başka başarı hikayesi. Daha önce bu platformda Koreeda'nın 'Aruitemo Aruitemo' ve 'Dare mo Shiranai' filmlerinden bahsetmiştim. İngilizce adı 'Shoplifters' olan 'Manbiki Kazoku' ise, adından da anlaşılacağı üzere, mağazalardan hırsızlık yapan bir ailenin öyküsünü ele alıyor.
Koreeda'nın diğer filmlerinde olduğu gibi, bu film de akıcı bir dramın izlerini taşıyor. Filmde, belirgin bir mesaj verme çabası göze çarpıyor; ancak bu, derinlemesine işlenmek yerine, daha yüzeysel ve ham bir biçimde ele alınıyor. Yoksulluk içinde bir yandan mutluluğu kucaklayan ailenin hikayesi, gerçek dışı bir kurguyla sunuluyor. Yine de, başta da belirttiğim gibi, film oldukça sürükleyici.
Bu filmi, geçtiğimiz Kasım ayında Sendai'de bir sempozyumda tanıştığım İranlı bir arkadaşın öneri listesinden seçtim. Listedeki diger filmleri de izledikce kisaca izlenimlerimi paylasmayi dusunuyorum. 'Manbiki Kazoku', Altın Palmiye ödülünün yanı sıra Akademi Ödülleri'ne de aday gösteriliyor. Film için notum 7 ile 8 arasında değişiyor, ancak güçlü bir 7/10, zayıf bir 8'e tercih edilebilir.
31.12.2022
Neden Kuzey Kore ve Guney Kore hala birlesmediler?
Ikinci dunya savasi sonrasi Almanya dogu-bati seklinde ayrildi ama sonra SSCB'nin dagilmasiyla birlestiler. Benzer sekilde Vietnam kuzey ve guney seklinde bolunmus sonrasinda birlesmislerdi. SSCB'nin dagilmasiyla bir suru devlet ortaya cikti, Yugoslavya ve sonrasinda onun parcalanmasiyla bagimsizliklarini kazanan devletler oldu. Ancak 1945 yilina kadar tek bir devlet olan, kardeslerin birinin sinirin bir otesinde digerinin diger otesinde kaldigi Kuzey-Guney Kore devletleri neden birlesmediler? Soruyu genc bir bilgeye sorduk, bilgedir bilir diye. "Ibneler alevi-sunni ayrimi yapiyor" diye geyige vurdu, pic. Neticede wikiden uzun sure bakinca soruma iyi kotu bir cevap aldim gibi. Burada da dursun.
Kore 1910'dan 1945'e kadar Japonlarin hegemonyasında ve halki bir nevi kolelestiriliyor. ABD baskani Roosevelt ve Ingiltere basbakani Churchill Kore'nin tekrar bagimsiz olmalarini destekler, Cin ve Sovyetler de hemfikir olur. Roosevelt, Kore'nin tekrar kendilerini idare edebilecegi bir duruma gelmelerine kadarki surecte bunlara vekalet etmek istedigini soyler. Nedeni ise kolelestirilen toplumun kendi kendisini yonetebilecek durumda olmadigidir ve bir sure bu korunmaya ihtiyac duydugudur. Diger gucler ve ozellikle Stalin karsi cikar. Bu yuzden yine Roosevelt kendi birliklerinin guneyde, Sovyetlerin de kuzeyde, Kore'nin tekrar kendilerini yonetecek guce erisinceye kadar vekalet etmelerini onerir ve bu onerisi kabul edilir. Stalin bu surenin cok uzun olmamasini da onerir. Roosevelt öldükten sonra kuzeyde Sovyetler iyice yerlesir ve güneye doğru hızlıca ilerlerler. Amerika'nin gozu korkar ve neticede 38. paralelden ulkeyi bolmeyi kararlastirirlar. Bunu yaparken de tek bir Koreliye de danışmadan karar alıyorlar. 16 milyon guneyli ve 9 milyon kuzeyli diye boluyorlar bunlari. Kuzeydeki otorite, sert bir toprak reformu yapiyor ve Japonlar ile onlarin isbirlikcileri olan Korelilere ait topraklari alip fakir koylulerle paylasiyorlar. Dolayisiyla eski sinif zincirini bozuyorlar. Eski toprak sahiplerinin de ancak esit oranda toprak sahibi olabileceklerini soyluyorlar. Bunlarin iktidara gelmelerini onleyecek tedbirler alarak guc tasfiyesi yapıyorlar.
Dolayisila bu zenginlerin de cogu kuzeyden guneye kaciyor. Guneyde bazilarina hukumette gorev bile veriliyor. Bu arada kuzey ve guneyin soyle bir farki da varmis; Japonlar agir sanayiyi kuzeye, tarim ve hizmet sektorunu ise guneyde konumlandirmis isgal yillarinda. Dolayisiyla bu ikisinin birbirlerinden ayri olmasi, ayri ayri toparlanmalarini oldukca guclestirmis. Guneye yerlesen ABD, official dili de Ingilizce yapmis. ABD’nin atadığı vekil yonetici askeri tabanli olup politikadan pek anlamadigi icin, güneyde isler cok daha karmasik ve kaotik olmus (ittifak guclerinin Japonyada daha makul bir yonetimi olmus mesela). Bu arada Japonlar, Kore'den ayrilmadan solcu bagimsizligi savunan politikacilara gucu devredip oyle çekiliyorlarmış. Bunlar kuzey-guney ayrimina karsi çıkıyor ve tam bagimsizligi savunuyorlar. Kuzeyde Komunist Parti yetkilileri ise Sovyetlerin etkisinden oturu bagimsizliktan ziyade manda yonetimini savunuyormuş. Kuzeyli bir suikastci, guneyde tam bagimsiz tek bir kore iddiasini paylasan lider politikaciya suikast yapip oldurur(aşırı solcu silahlı eylemi). Ilginc olan bu öldürülen kisiyi, Sovyetler
ABD'ye "biz cekilelim bu herif Kore'yi yonetsin" diye teklif ediyor daha once ve ABD reddediyor bu öneriyi. Yani kuzeyin makul görebileceği biridir bu ayni zamanda. Neyse, sonrasinda kuzey-guney sinir gecislerine kisitlamalar getiriliyor. Bu sirada sovyetler yine "biz cekilelim, Koreliler karar versin yonetimlerine" teklifini yapiyor ama kabul edilmiyor.
1947'de Birlesmis Milletler, yabanci guclerin cekilmesi ve secim yapilarak Korelilerin kendi kaderlerini tayin etmelerini onerir ama bunu da Sovyetler adil bir secim garanti edilmez gerekcesi ile reddeder. Bu oneriyi guney icin kabul ederler ve Sovyetlerden bagimsiz, guney kesimi icin secimle hukumet belirleme karari verilir. Bircok Koreli, bunun Kore'nin bolunmesi demek oldugunun farkinda ve siddetle bu karara karsi çıkarlar. Guneyli askeri gucler buna karsi çıkanları sert bir sekilde bastirir ve binlerce kisi öldürülür. Dolayisiyla bu daha sonraki kuzey-guney savasina kadar giderek artan gerilime sebep olur. 1948'de kuzeyli ve guneyli bağımsızlığı savunan kisiler tarafindan kuzeydeki Pyongyang sehrinde (Seoul'dan sonra en buyuk ikinci sehir) bir kongre duzenlenir. Katilimcilar, guneydeki secimlere karsilar ve bağımsız tek bir Kore'yi savunuyorlar. Hem kuzey hem de guneyden politikacilar katilir. Guney rejimi bunlari kinar. Sonraki yil konferansa katilan Guneyli lider suikast ile oldurulur. Bu kongreden bir ay sonra 1948'de guneyde secim yapilir. ABD destekli koreli bir lider, muhaliflerin protestolarina ragmen ve onca siddete ragmen ilk baskan olarak secilir ve ABD gucu buna biraktigini soyler. Kuzey ise buna karsi bugunku baskanin dedesi olan Kim Song-ju'yu ilk baskanlari olarak ilan eder. Daha sonra BM, guneydeki hukumeti "Kore'nin tek yasal varisi" ilan eder. Tabi hicbir uye ulke, secimin mesru bir parlamentoda olduguna ikna olmaz. Guneyde sular durmaz, isyanlar olur, binlerce muhalif komunist diye katledilir. Kuzey-guney gerilimi 1950'ye kadar gittikce artar, catismalar ve siddet bitmez. Nihayet 1950'de Kuzey kesim, guneyi istila etmeye baslar ve boylece buyuk Kore ic savasi baslamis olur. Kuzey kesimi, askeri olarak aslında daha güçlü, kuzeyin lideri de zamanında Japonlara karşı başarılı gerilla savaşı vermiş. Bunlar, kısa süre sonra güneyi kontrol altına alıp birleştirmeyi düşünüyorlar/hayal ediyorlar. Tabi ABD durmaz ve ABD liderliğinde BM yardima asker gonderir. O donem Adnan Menderes hukumeti de meclise danismadan asker gonderme kararini veriyor (meclise sormadan tek başına karar vermek birilerini hatırlatıyor ama kim acaba ¿). Kuzey güçleri, bütün Kore sahanlığını birlestirmeyi istedikleri icin ABDli ittifak gucleri gelene kadar, guneyin yuzde 90'nini kontrol altina aliyor. ABD ve BM gucleri mudahil olunca durum degisiyor. Bu sefer guney, kuzeyi de kendi rejimi altinda birlestirme doktrinini yayinliyor. Guney ve ittifak gucleri, tarafsiz sinir bolgesini gecince olaya Cin de karisiyor. Cin gucleri ABD'yi yine guneye cekiyor. 1951'de ateskes saglaniyor ama guney rejimi, kuzeyi kendi catisi altina alana kadar savasi surdurmeyi savunuyor. 1954'de Cenevre'de konferans duzenleniyor, bircok uyenin cabalarina ragmen birlestirme karari cikmiyor. Sinirda gozlemci birkac ulke gozetiminde tarafsiz bir hudut oluyor ve gunumuze kadar bu ayrilik bu sekilde geliyor.
1972'de gizli, masaaltindan bariscil bir birlesme icin iki ulke baskentlerinde gorusmeler gerceklestiriliyor. Birlesmeye dis guclerin dahlini kesin bir sekilde reddediyorlar, bazi boyle kurallar belirliyorlar. Ara ara görüşmeler oluyor ama sürekli sekteye uğruyor bu gorusmeler, çatışmalar misillemeler oluyor sürekli. Hatta Vietnam savaşı başlayınca, Güney rejimi 350 bin asker gönderiyor ABD ittifakına destek çıksın diye, ki bu cok buyuk bir sayı. Kuzey ise Vietnamlı savaşçılara ülkelerinde gerilla taktiklerini ve savaş eğitimini veriyor. Dolayısıyla bunlar farklı eksenlerde sürekli çatışıyor, karşı karşıya geliyorlar.
2000 yilinda bu iki ulkeyi birlestirme projesi yeniden baslatiliyor. Kuzeyden ve guneyden ayri kalmis aileler bir araya gelip konusuyorlar. Gorusmeler hem Pyongyang hem de Seoul'da gerceklestirilmis. Kuzey federatif bir yapi oneriyor, guney commonwealth tarzi birsey oneriyor. Sonra 2007'de bir daha gorusmelere devam ediliyor. Olimpiyat seremonilerinde (2000-2004-2006) tek bir Kore yuruyusleri oluyor. Hatta 2008'de birlesik Kore takimi olusturmak istiyorlar ama detaylardan oturu gerceklestirilmiyor. 2018 kis olimpiyatlarinda ortak bir kadin buz hokeyi takimi yarisiyor. 2018 Kore kis olimpiyatlarina Kuzey Kore de katiliyor ve birlesme yonunde sicak iliskiler kurulmaya devam ediliyor. 2019'da Guney Kore lideri hedef 2045'e kadar birlesmek diyor (Güney Kore’nın bir önceki başkanı bu anlamda daha istekli anladığım kadarıyla, geçtiğimiz Mayıs’ta koltuğu devrettiği yeni başkan gerilimi tırmandıracak öneri ile geldi gelir gelmez. ABD’den Kuzey Kore tehlikesinden dolayı güneyde nükleer güç kurmalarını istedi. Cin ve Japonya karşı çıktı, ABD kabul etmedi).
Su an iliskiler yine gergin gibi, aslinda bu birlesme cabalari olurken ortami gerecek olaylar da sürekli oluyordu (guneyli bir aktivistin tutsak edilmesi, tartismali bir guney gemisinin batirilmasi olayi (46 kisi ölmüs), birçok kişinin öldüğü topcu catismasi gibi sürekli birbirlerini pataklıyorlar)
Ote yandan guneyli halk arasinda bu birlesmeye dair suphe ve destek gittikce dusuyormus. 90'larda yuzde 80’i birlesmeyi savunurken, 2010'lu yillarda bu destek yuzde 56'ya kadar dusmus. Ozellikle gencler arasinda birlesme destegi oldukca dusukmus. Mesela 2017'de bir ankette genclerin yuzde 72'si birlesmeye gereksiz demis ve ekonomik kaygilarini soylemisler. Hatta 20'li genclerin yarisi kuzeylileri dusman olarak gorduklerini soylemisler. Bu arada 2000'lerde soyle ilginc bir sey de yasaniyor. Guneyin basinda Kim Dae-jung denen aktivist bariscil bir lider, ki kendisi Kuzey'le ve Japonya'yla olan bariscil iliskilerinden otoru nobel baris odulu almis. 2001'de baskan Trump'la gorusuyor. Donuste bu gorusme icin 'utanc verici' deyip baskan Bush'un Kuzey'e olan yaklasimindan oturu, ozelden Bush'a epey bir saydiriyor (Bush Kuzey Kore icin seytan ekseni diyor. Seytan ekseni tanımıni, 11 Eylül saldırı sonrası Irak, Iran ve Kuzey Kore için kullanıyor). O ara da Kuzeyli lider Seoul'a davet edilmis,
baris/birlesme gorusmeleri olacak. Bu yasananlarla birlikte, Kuzeyli lider gorusmeyi iptal edip, ulkesindeki nukleer gozlemcileri olan BM mufettislerini ulkesinden kovuyor ve nukleer programina yeniden basliyor ve Kuzey Kore 2005'de nukleer bir guc oldugunu dunyaya ilan ediyor. Butun bunlarin fitilini boylece baskan Bush ateslemis oluyor.
Simdi gelelim Kore durumunun Almanya ile farkina. Gorulecegi uzere Kore'de 1950'de buyuk bir ic savas oluyor ve dis gucler de karisip birbirlerini biciyorlar. Milyonlarca kişi ölüyor. Bu, toplumda buyuk bir ayrisma yapiyor haliyle. Almanya'da ise boyle bir durum yok.
Dogu Almanya'da Sovyet askerleri 1989'a kadar varmış. Oysa Kore'de oyle bir durum yok. Iki bolge, emperyalist buyuk gucler tarafindan paylasiliyor once. Sonra kendi haline birakiliyor, gonullu bir ayrilma var. Hatta diğer ülkeler birleşmelerini istiyor gibi anladığım kadarıyla. Mesela Sovyetler kuzeye epey yardım yapıyormuş, Cin de öyle. Sovyetler dağıldıktan sonra kuzeyin ekonomi iyice dagilmaya başlamış. Zaten ondan sonra güneyin ekonomi de şaha kalkıyor. Aradaki makas iyice açılıyor, bir sürü kuzeyli sınırdan geçmeye çalışıyor. Ote yandan Cin de Kuzeyin şımarık tavırlarından sıkılmış duruma geliyor. Zaten Cin ve Güney Kore ilişkileri de 1990’dan sonra gelişmeye başlıyor (o zamana kadar birbirlerini tanımıyorlar. Cin için Kuzey Kore; Güney Kore için ise Tayvan vardı o zamana kadar). Almanya’daki duruma gore diger bir durum olarak, Avrupa-Asya kulturel geleneksel yaklasimlar, problem cozme, olaylara bakistaki farkliliklar vs de eklenebilir. Yine Dogu-Bati Almanya arasindaki ekonomik farki, gecikmis Kore birlesmesine gore oldukca daha azdir. Kore durumunda ucurum bir fark varken, Almanya'da fark bu denli degildi birlestiklerinde. Ayrica nufus farkinda da Almanya avantajli idi. Oran olarak Dogu Alman nufusu Bati'ya gore cok daha azdi. Simdi oyle bir fark yok Kuzey-Guney Kore arasinda. Yaklasik iki kati gibi su an guneyin nufusu kuzeye gore.
Sonuc olarak bu iki birlesir mi bilinmez ama eger birlesirlerse, Asya'da muthis bir guc olur. Nufusu, topragi, kaynaklari, teknolojisi ile Japonlari kolaylikla geride birakirlar. Hatta guneyin bir onceki baskani da bundan oturu ve Japonya ile iliskiler son yillarda kotulestigi icin, olasi bir birlesmeyi ekonomik acidan da gerekli ve onemli buluyormus.