Bugün 10 Kasım, Atamızın bedenen aramızdan ayrılışının 86. yılı. Onu her daim hatırlıyor, saygı, sevgi ve şükranla anıyoruz.
Başlıktaki filme gelirsek; özellikle 1970 öncesi filmleri izlemek zaman zaman zorlayıcı ve açıkçası sıkıcı olabiliyor. Ancak bazı klasikler var ki, merak eder ve izlersiniz. Akira Kurosawa'nın bu filmi de tam olarak o filmlerden biri. Kurosawa'ya uluslararası ün kazandıran ve Japon sinemasını dünyaya tanıtan bu yapım, aynı zamanda sinema tarihinde ilk kez kameranın doğrudan güneşe çevrildiği bir film olma özelliğini taşıyor.
Filmde, genç bir gelinin tecavüze uğraması ve samuray eşinin öldürülmesi olayı, dört farklı bakış açısından anlatılıyor: olayın faili olan haydutun, genç kadının, ölen kocanın hayaletinin ve sonradan öğreniyoruz ki, olaya tanık olan bir oduncunun gözünden. Filmin ana teması, "İnsanlar bencildir ve gerçekler, olaylara bireylerin kendi bakış açılarıyla yaklaşması ve kendi süzgeçlerinden geçirmeleri neticesinde eğilip bükülür," şeklinde özetlenebilir.
Dönemin zorlu koşulları, özellikle atom bombası yemiş bir devlet olarak Japonya'nın yaşadığı acılar, Kurosawa'nın bu tür karamsar temalara yönelmesine neden olmuş. Ancak filmin tamamen karanlık bir yapım olduğunu da söyleyemeyiz; umut da var. Kameranın zaman zaman ışığa, güneşe dönmesi, umuda tutunma çabasını simgeliyor. Nitekim film de umut ile sonlanıyor.
Bu aralar ülkemizde gündem olan Narin Güran davasını ve verilen ifadeleri düşündüğümde, filmin teması daha da bir anlam kazanıyor. Neredeyse asırlık bir filmin hâlâ güncel, çarpıcı ve geçerli olması, sanatın zamanı aşan gücünü gösteriyor. Film notum: 7/10.
10.11.2024
Rashomon (1950)
29.10.2024
Yume (1990)
Japon ve dünya sinemasının en önemli figürlerinden biri olan Akira Kurosawa'nın 'Yume', yani Türkçe ismiyle 'Rüyalar' filmi, isminden de anlaşılacağı gibi rüyaları konu ediniyor. Filmde, her biri kısa öykü tadında, ilginç birkaç kısa film izliyoruz. Ikisi hariç, tümü Kurosawa’nın korkularını ve dramlarını ele alıyor. Her bir öyküde, izleyiciye güzel mesajlar sunuluyor. 'The Tunnel' ve 'The Blizzard' sanırım en sevdiğim iki öyküsü oldu, ancak hepsini bir solukta izlemek istiyor insan.
Film, bana insanların aslında ne kadar benzer olduğunu düşündürdü; kültürümüz, dilimiz, inançlarımız, coğrafyamız farklı olsa da, korkularımız, kaygılarımız, sevinçlerimiz, hayallerimiz ve rüyalarımız birbirine ne kadar da benziyor. 'The Tunnel'ı izlerken, çocukluğumda büyük büyük babaannemin anlattığı cihan harbi ve kurtuluş mücadelesi hikayeleri, şehitlikler üzerine anlatilan rüyalar ve öyküler aklıma geldi.
Film notum: 8/10.
21.10.2024
Perfect Days (2023)
'Perfect Days', ünlü Alman yönetmen Wim Wenders’in yönettiği bir Tokyo filmi. Wenders’in belgesel-film tarzında sevdiğim yapımlarından biri olan 'The Salt of the Earth' gibi, bu filmde de çok az diyalog var, ancak karakter odaklı olması açısından ondan oldukça farklı. Film, 50’lerinin sonlarında ya da 60’larının başlarında gibi görünen, tuvalet temizlikçisi Hirayama’nın hayatına odaklanıyor.
Hirayama her gün aynı rutinle güne başlıyor: Sabah çok erken kalkıyor, kahvesini alıp arabasına biniyor ve Tokyo’nun çeşitli yerlerindeki tuvaletleri temizlemeye gidiyor. Ama ne temizlik! Adam, bu işi adeta aşkla yapıyor. Günün sonunda ise bir onsen’e gidip güzelce yıkanıyor, ardından bir bara uğrayıp akşam yemeğini yiyor ve en sonunda yalnız yaşadığı iki katlı, sade ama eski evine dönüp biraz kitap okuduktan sonra uyuyor. Bu arada arabasında sürekli 70'lerden güzel müzikler, Rolling Stones, The Kinks, Van Morrison gibi isimleri kasetlerden dinliyor.
Hirayama'nın hayatı dışarıdan sıradan görünebilir, ancak derinlere indikçe çok daha katmanlı biri olduğunu fark ediyoruz. Entelektüel bir yapısı var, sanatı ve okumayı seviyor. Hayatı yaşamış, insanlara ve çevresine bakarak huzur bulan biri. Ağaca, güneşe gülümseyerek bakışı, onu adeta 'Ferrarisini tuvalet işine satmış' biri gibi gösteriyor. Zaten yaşadığı semt de Tokyo’nun en pahalı bölgelerinden biri (tabi izleyici bilmiyor, ben biliyorum ;)). Filmin ikinci yarısında evinden kaçan yeğeni yanına gelince, Hirayama’nın geçmişte ailesiyle sorunlar yaşadığını ve kendisini izole ettiğini anlıyoruz. Sonradan gözyaşlarına boğulması, karakterimizin büyük bir derdi olduğunu açıkça gösteriyor.
Film, başı sonu belli olmayan bir hayatın tam ortasında, kıyıda köşede kalmış bir karakter üzerinden bize aslında hayatı sorgulatıyor. Yalnız yaşayan, ailesiyle arasında binlerce kilometre mesafe koymuş biri olarak, bu hikaye beni derinden etkiledi. Özellikle gecenin sessizliğiyle izleyince adeta bir bıçak gibi hissettim. Aslında bu film hakkında yazacak çok şey var ama yarın sabah iş var, bu yüzden burada yazımı sonlandırmam gerekiyor. Bu oldukça rahatsız edici ama bir o kadar da düşündürücü filmi izlemenizi tavsiye ederim. İlginç bir hikaye sunuyor.
Film Oscar’a aday gösterilmiş ve birçok uluslararası ödül kazanmış. Başroldeki Koji Yakusho’yu daha önce 'Tanpopo'dan hatırlıyoruz, orada genç ve bambaşka bir karakterdi. Bu filmde ise muhteşem bir oyunculuk sergilemiş ve vermek istediklerini seyirciye başarıyla aktarmış. Bence film, bize bir anlamda ayna tutuyor. Film notum: 7/10.
19.10.2024
Cha no aji (2004)
Dün gece, Oya ile birlikte izleme niyetiyle başladık, ama o daha filmin başlarında uyudu. Zaten saat de hayli geç olmuştu. Bugün, bu saatlerde filmi tamamladım. Japonya'nın neredeyse her köşesini gezmiş ve özellikle kırsal bölgelerine hayran biri olarak, filmin sunduğu görselliği beğenmemek mümkün değil. Doğa manzaraları gerçekten büyüleyici.. Filmde birçok soyut öğe kullanılmış, müzikleri ve doğanın güzellikleriyle birleşince ortaya mistik bir hava çıkmış.
Kafası biraz 'kırık' tipler, kawaii çocuklar, sıradışı Japon karakterler, harika doğa manzaraları ve tuhaf ama etkileyici bir müzikle birleşen film, naif, eğlenceli, huzurlu ve dingin bir yapıya bürünmüş. Filmi biraz da, çok sevdiğim Emir Kusturica’nın 'Arizona Dream'ine benzettim. Paralel evrendeki Japon versiyonu diyelim. Zaten Japonya da başlı başına bir paralel evren sayılır.
Filmin Türkçe'ye çevrilen ismi 'Çayın Tadı'. İzledikten sonra insanda, bir fincan çay içtikten sonra gelen o huzurlu his gibi farklı bir dinginlik bırakıyor. Film notum: 7/10.
16.03.2024
Soshite chichi ni naru (2013)
Bu tempo ile Koreeda Hirokazu'nun filmografisini tamamlayacağım gibi görünüyor. Listemdeki, konusu itibarıyla oldukça ilgi çekici 'Soshite chichi ni naru' (Babam Olacak Adam), derin bir psikolojik drama dalış yapıyor. Bir çocuğu altı yaşına kadar büyütüyorsunuz; onun geleceği için temeller atıyor, onunla gülüyor, onunla birlikte yaşamın tadını çıkarıyorsunuz. Sonra bir gün öğreniyorsunuz ki, hastanede bebekken karıştırılmış; biyolojik olarak başka birinin çocuğu sizinle, ve sizin biyolojik çocuğunuz da başka bir aile tarafından büyütülüyor. Sunulan koşullar, yaşam tarzları ne kadar farklı ya da benzer olursa olsun, bu durumun yarattığı duygusal karmaşa tartışılmaz.
Film, Cannes Film Festivali'nde en iyi film ödülünü kazanmasa da, jüri özel ödülüne layık görülüyor ve kesinlikle izlenmesi gereken, oldukça etkileyici bir film. Film notum: 8/10
4.02.2024
Hotaru no haka (1988)
Oppenheimer filminin Japonya'da vizyona girmemiş olması, başlı başına merakımı kabartan bir detaydı. Nihayet bir şekilde izleme fırsatı buldum, ancak beklediğim kadar etkileyici bulmadığımı itiraf etmeliyim. Oppenheimer'dan sonra, İkinci Dünya Savaşı'nı mağlup bir milletin gözünden gözlemlemek amacıyla başlıktaki filmi izledim. 'Mağlup bir göz' derken, benzer bir yaklaşımla 'Im Westen nichts Neues' (Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok) filmini de izlemiştim; o film de, Birinci Dünya Savaşı'na Alman perspektifinden bakan etkileyici bir yapımdı.
Film, Reza'nın önerdiği film listesinde yer alıyordu ve 1988 yapımı, ünlü Studio Ghibli animasyonlarından biriydi. Konusunu Japon yazar Akiyuki Nosaka'nın otobiyografik ve kısmen kurgusal hikayesinden alan film, yönetmen Isao Takahata'nın yetenekli ellerinde muhteşem bir dramaya dönüşüyor. Bir ağabey ile kardeşinin savaş sırasında hayatta kalma mücadelesini konu edinen film, Türkiye'deki 'Canım Kardeşim' filmini andıran, oldukça dramatik ve başarılı bir animasyon. Film için notum: 8/10.
21.01.2024
Tampopo (1985)
Dün gece, yani Cumartesi'yi Pazar'a bağlayan gecede biraz aç olduğum halde saat geç olduğu için yemek yemek istemediğim bir anda bu filmi, 'Tanpopo'yu izledim. Temamiz bu kez, yemek ve daha spesifik olarak ramen üzerine odaklanan eğlenceli ve akıllıca kurgulanmış bir kara komedi. Film, birbirinden bağımsız hikâyeler içerse de, ana konu bir ramen dükkanı işleten kadın ve ona yardım eden bir grup adam etrafında dönüyor.
1985 yapımı olmasına rağmen, sanki günümüzde çekilmiş gibi taze bir havası var. "Japonya, 80'leri ve 90'ları dünyanın geri kalanının 2000'leri gibi yaşadı, ama sonra orada takılıp kaldı" sözü boşuna söylenmemiş. Bu bağlamda, 80'lerin Tokyo'sunu biraz da olsa görmek gerçekten harikaydı. Filmde, yemek ve sevişme kültürlerini birleştiren paralel bir öykü ise, George Costanza'nın bu konudaki ünlü çabasını akıllara getiriyor.
Film müzikleri, 'Amelie' filmi kadar büyüleyici olsaydi, "Japon sinemasının Amelie'si" diyebileceğim kadar sıcak ve samimi bir yapım diyecektim. Ayrıca, Japon sinemasının efsanevi oyuncularından Ken Watanabe'nin erken dönem oyunculuguna tanıklık etmek, filmin bir başka güzel yanı. Kişisel olarak pek ramen sevmesem de, filmi izledikten sonra arkadaşımla "bugün ramen yiyeceğiz" diye karar verdik. Ve işte bu satırları, Ginza'da akşam yemeği olarak harika bir ramen yedikten sonra evime dönmüş olarak yazıyorum. Film notum: 8/10.
20.01.2024
Ikiru (1952)
Akira Kurosawa'nın yönetmenliğini üstlendiği ve 'Yedi Samuray' filmiyle şöhretini pekiştiren usta yönetmenin bir başka klasiği, yaşam ve ölüm üzerine derin düşünceler barındırıyor. Film, hayatının son birkaç ayını yaşarken insanın ne hissedeceğini, neler yapacağını merkeze alıyor. Ana karakter, emekliliğe az bir zaman kala, uzun yıllardır monoton bir büro işinde sıradan bir yaşam sürüyor. Ancak mide kanseri teşhisi aldıktan sonra tüm hayatını sorgulamaya başlıyor. Ölüm haberi, onun için adeta bir uyanış anı oluyor; çünkü karakterimiz, o ana kadar adeta yaşayan bir ölü gibiydi.
Filmde şu sözler geçiyor: "Talihsizliğin asaleti hakkında söylenenlerin gerçek olduğunu şimdi anlıyorum. Çünkü talihsizlik bize gerçeği öğretir. Kanser, hayatınız konusunda sizin gözlerinizi açmış. Biz insanlar çok dikkatsiziz. Hayatın güzelliğini ölüme rastlayınca anlıyoruz. Ama sadece birkaçımız ölümle yüzleşebilir. Daha kötüleri, ölmeyinceye kadar hayat hakkında bir şey bilmiyor. Muhteşemsiniz. Hayatınıza bu yaşta isyan ediyorsunuz. Asi ruhunuz beni harekete geçiriyor. Hayatınızın kölesi iken, şimdi efendisi olacaksınız. Demek istediğim, hayattan zevk almak insanların görevi. Boşa geçirmek, Tanrı'nın bu büyük hediyesinin kutsallığını bozmak. Hayat konusunda açgözlü olmalıyız. Bize açgözlülüğün kötü olduğu öğretildi, ama bu artık eskidi. Açgözlülük bir erdemdir, özellikle hayata karşı." Bu aforizma, kahramanımızın kanserini öğrendikten sonra bir barda tanıştığı bir yazar tarafından ifade ediliyor.
Bu sözler, bana Nazım Hikmet'in "Yaşamayı ciddiye alacaksın" dizelerini hatırlatıyor. Ancak buradaki "hayatta zevk almak" ifadesi, çılgınca eğlenmek anlamında değil; aksine, pasif ve monoton bir yaşamı reddetmeyi ve her anın hakkını vererek yaşamayı vurguluyor. Kahramanımız Watanabe, tam aydınlanma anını, bir doğum günü kutlamasının ortasında deneyimliyor ki bu, yönetmenin ince bir dokunuşu olarak karşımıza çıkıyor. Bu temayla ilgili pek çok film çekilse de (bkz. 'the bucket list'), hepsinin ilham kaynağı bu film olmalı.
Tüm bu olumlu yönlerine rağmen, 1952 yapımı bu eski filmi izlemek zaman zaman sıkıcı olabiliyor. Üstelik başrol oyuncusunun rolunun hakkini vererek ağır ve tekdüze konuşma tarzı, izleyici için zorlayıcı bir deneyim yaratabiliyor. özel bir ilginiz yoksa, filmin yarısında bırakma ihtimaliniz yüksek. Film notum: 7/10
Manbiki kazoku (2018)
Koreeda Hirokazu'nun yönetmen koltuğunda oturduğu 2018 yapımı 'Manbiki Kazoku', adeta bir başka başarı hikayesi. Daha önce bu platformda Koreeda'nın 'Aruitemo Aruitemo' ve 'Dare mo Shiranai' filmlerinden bahsetmiştim. İngilizce adı 'Shoplifters' olan 'Manbiki Kazoku' ise, adından da anlaşılacağı üzere, mağazalardan hırsızlık yapan bir ailenin öyküsünü ele alıyor.
Koreeda'nın diğer filmlerinde olduğu gibi, bu film de akıcı bir dramın izlerini taşıyor. Filmde, belirgin bir mesaj verme çabası göze çarpıyor; ancak bu, derinlemesine işlenmek yerine, daha yüzeysel ve ham bir biçimde ele alınıyor. Yoksulluk içinde bir yandan mutluluğu kucaklayan ailenin hikayesi, gerçek dışı bir kurguyla sunuluyor. Yine de, başta da belirttiğim gibi, film oldukça sürükleyici.
Bu filmi, geçtiğimiz Kasım ayında Sendai'de bir sempozyumda tanıştığım İranlı bir arkadaşın öneri listesinden seçtim. Listedeki diger filmleri de izledikce kisaca izlenimlerimi paylasmayi dusunuyorum. 'Manbiki Kazoku', Altın Palmiye ödülünün yanı sıra Akademi Ödülleri'ne de aday gösteriliyor. Film için notum 7 ile 8 arasında değişiyor, ancak güçlü bir 7/10, zayıf bir 8'e tercih edilebilir.