20.11.2012

Eleştiri, Adamlık ve Değişim


İnsan eleştirilir; grup eleştirilir; film, müzik gibi ürünler eleştirilir ve daha bi çok şey.. Ama ben daha çok insanların başka insanlara olan eleştirilerine takılıyorum. Genellikle eleştiri farklı koşullar içerisindeki kişiler için yapılıyor. Eleştiri yapanın haklılığı veya haksızlığı değil de daha çok bunu yapmaya hakkı var mı onu sorgularım genelde.

Her zaman tekrar edilir: "Hepimiz insanız, tabi ki hata yapıyoruz" diye. Bunun doğruluğu kesin. Ama bunu gerçekte ne kadar kabul ediyoruz. Bir kişi yüzüne yanlışını ifade etse onu kabul edecek olgunluk varsa o zaman adamsındır. Kastedileni anlamaktan yoksunsan zaten cehaletindir ve onun farkına varamamak ya da bilgi eksikliginden kaynaklanan  olabilirligini reddetmek zaten muhatap alınmaya değmeyecek kadar düşmektir. Yok öyle değilse ve egonu on plana koyup kendini dahi kandırıyorsan işte orada karaktersizsin.

İnsan degişen bir varlık. Değişmeyen insan kalastan başka bi şey değil. Ciddiye  almayın. Değişme fikirsel olarak gerçekleşirken koşullar olarak da gerçekleşir. Fikirsel değişimi kendi içinde yaşayacak elbet ama değişen koşullarla birlikte olusan durumda zamanında eleştirdiği hareketin aynısını mı yapıyor yoksa daha önce hiç bulunmadığı duruma gelince zamanında olması gerektiğini iddia ettiğini mi gerçekleştiriyor bu çok önemli. İnsanları bununla test edin, kalitesini anlarsınız. En azından fikir ve beyin kalitesini.

Hem adam gibi davranıp hem de üç maymunu oynamayan kişileri alıp baş uca koyalım. İkisi birden olmayanı alıp çöpe atalım. Birine sahip olanların da o birinden  ne alınabilirse onu alırız. Şöyle bi etrafa bakmaya başlayayım ben en iyisi. 


                            

                            

18.11.2012

Haftasonu Haberleri

  • Sandy kasırgası ABD'de 110 kişinin canına mal olmuş, elektrik, su ve diğer altyapıları telef etmişti. Ama kuş yuvalarına birşey olmamış, hem de ağaçlar devrildiği hatta bazıları kökünden söküldüğü halde. İnsanlar evlerini boşaltıp kaçarken, kuşlar yuvalarında sessizce kasırganın bitişini beklemişler. Demek ki evrenin en akıllı varlıkları sadece biz insanlar değiliz.
  • "Şemdinli'de çatışma, 5 asker şehit. Çatışmanın ardından bölgede hava destekli geniş çaplı operasyon başlatılırken, Yüksekova ve Şemdinli ilçelerinde yoğun hava trafiği yaşandığı gözlendi." Son 30 yıldır maalesef aynı metni okuyoruz sadece rakamlar ve isimler değişiyor. Haber metni bildiğin copy-paste. Özellikle "Çatışmanın ardından bölgede hava destekli geniş çaplı operasyon başlatılırken .." kısmı beni benden alıyor.
  • Başbakan yine seslenmiş hem de İsrail'e "hesabını iyi yap" diyor ve ekliyor "bu sefer 2008'in şartları yok". Geldiğinden beri sadece sesleniyor ve başka da tık yok. Hala birilerine inandırıcı geliyor mu bu seslenmeler bilemiyorum. Konuştuğu, dayılandığı kadar işini yapsa veya yapmaya çalışsa keşke.
  • Obama: İsrail'i destekliyoruz. Bu zaten belli de, bi de iki yüzlülük yapıp dünyaya demokrasi ve insan haklarından hala bahsediyorsunuz. Palavracılığın bu kadarına da pes yani. İsrail kendini savunuyormuş, kundaktaki bebeği öldürerek hem de.
  • Chomsky:"İsrail, ordusu olmayan bir halka saldırıyor ve buna savaş diyor. İşgal edilmiş topraklardaki İsrailliler şimdi kendilerini korumak zorunda olduklarını iddia ediyor, kendilerini herhangi bir işgalci ordunun kendini koruması gerektiği şekilde, yok ettikleri bir halka karşı koruyorlar. Başka birinin toprağını askerlerinle işgal ederken kendini savunamazsın. Bu savunma değildir. İstediğiniz gibi isimlendirin, bu savunma değildir".
  • Açlık grevleri sona ermiş nihayet. Ohh şimdi her şey güllük gülistanlık, sessizce dağılabiliriz artık.
  • Fırat Aydınus geçen hafta Beşiktaş'a çelme taktı, bu hafta ise Fenerbahçe'ye. Şunun şurasında ligin bitimine ne kaldı ki, böyle azimle devam etsin. Elbette hedefine ulaşır.
  • Messi yine şov yaptı:2 gol 1 asist. Alıştık artık bayıyor, geçelim bu haberi.
  • Malum 26 Kasım'da Sting'in İstanbul konseri var. Habertürk'ten Oben Budak bu konser öncesi Sting'le Nice'te görüşmüş. Sting'in Londra'dan sonra en beğendiği şehirmiş Nice ve Fields of Gold şarkısını da burda yazmış. Dünya turnesi kapsamında geleceği İstanbul'da iki gece kalacakmış ve en çok yemeklerini ve trafiğini özlemiş İstanbul'un. Yemekleri anladık da trafiği nasıl özlenir bilemedim şimdi.

Tarihte bugün: İspanya'da 37 yıllık diktatörlüğün ardından demokrasinin kurulması kararı alındı.(18.11.1976)

                            

                            

                            

Tomorrow is a Long Time



If today was not an endless highway,
If tonight was not a crooked trail,
If tomorrow wasn't such a long time,
Then lonesome would mean nothing to you at all.
Yes, and only if my own true love was waitin',
Yes, and if I could hear her heart a-softly poundin',
Only if she was lyin' by me,
Then I'd lie in my bed once again.


I can't see my reflection in the waters,
I can't speak the sounds that show no pain,
I can't hear the echo of my footsteps,
Or can't remember the sound of my own name.
Yes, and only if my own true love was waitin',
Yes, and if I could hear her heart a-softly poundin',
Only if she was lyin' by me,
Then I'd lie in my bed once again.


There's beauty in the silver, singin' river,
There's beauty in the sunrise in the sky,
But none of these and nothing else can touch the beauty
That I remember in my true love's eyes.
Yes, and only if my own true love was waitin',
Yes, and if I could hear her heart a-softly poundin',
Only if she was lyin' by me,
Then I'd lie in my bed once again.

Orijinalinden daha bi güzel geldi desem sopa yemem umarım.

17.11.2012

2001: A Space Odyssey

Eski filmleri -1970 öncesi- izlemekte çok zorluk çekiyorum. Görüntü kalitesi vs. rahatsız ediyor ama en çok da oyunculuklara sinmiş yapaylık. Onun için Citizen Kane gibi bir çok efsane diye adı geçen filmden zerre lezzet almıyorum. Haliyle çok azı tatmin edici oluyor.

2001 Space Odyssey de bunlardan bir başkası. Filme başladığımda 2 buçuk saatlik süreyi görünce bi hassiktir çektim. Filmin sonuna gelindiğinde bu süreye hiç gerek olmadığını anlıyorsunuz zaten. En başında ve ortada dakikalarca süren kapkara ekranda garip bir ses duyuluyor ki ben bi amacını göremedim. İleri almak için çok da direnmedim. Yine uzay gemisinin uzay boşluğunda çok uzun süren salınımları da insanı sıkmaktan öteye gidemiyor. Buralar da benim ayılığımdan nasiplendi haliyle. Tabi 1968 senesindeki bu sahneler insanı büyülediğinden filmde bu kadar yer almış olabilir ancak 2012 yılında izleyince ileri almamak için herhangi bir sebep de yok.


İzledikten sonra kafalarda baya soru işareti bıraktığından biraz araştırayım dedim. Film aynı isimli romanla paralel hazırlanmış. Stanley Kubrick ve  Arthur C. Clarke birlikte senaryoyu yazarken, Kubrick filmi yönetiyor, Clarke ise romanı yazıyor. Anladığım kadarıyla romanda filmde soru işareti bırakan bir çok kısım açıklanmış ve kafada daha sağlam bir olay örgüsü bırakmış. Bu nedenle çok merak edenin oraya yönelmesi mantıklı.

Filme dönersek, dört bölümden oluşuyor ve bölümler direk olarak birbirleriyle bağlantılı değil. İlk bölüm maymunlar,  ikinci ve üçüncü bölümler insanın uzay macerasından oluşuyor. Son bölüm için ne desem yalan olur. Çünkü fazlasıyla sembolik. Ancak toplamda insanın evrimi ve gelişimi diye özetlenebilir. Dört kısımda ortak olan ise büyük, düzgün, taşta bir anıt. Bunun üzerine farklı yorumlar yapılmış.




Filmde dikkat çeken gelecekteki teknoloji ile doğru tahminler yapması. Tablet, satranç oynayan, ses ve görüntü tanıyan bilgisayar gibi. İlginç olan 2011 yılında Apple’ın Samsung’a açtığı patent davası sırasında Samsung avukatları Apple’ın kendine ait olduğunu iddia ettiği tasarımın bu filmde var olduğunu ve daha eskiye ait olan bu tasarım için Apple’ın hak iddia edemeyeceğini savunmaları.

Toparlarsak film sıkıcı biraz ama izlenmeye değeceği de bir gerçek.

The Dark Knight Rises


Sonunda izledim. Hem de 12 gb'lık full hd'lisini. The Dark Knight kadar güzel değildi elbette, Joker efsanesi yoktu sonuçta. Ama olay Hanz Zimmer'miş abi onu anladım. Herif en boktan filmde bile seni havaya sokar, coşturup şahlandırır bir şekilde. Serinin son filmi olur zannediyordum ama anlaşılan Gotham'ın yozlaşmış yüzleri ekmek olduğu sürece seriyi böylece devam ettirirler. Filmin verdiği mesajlar ise onlarca yazı konusu, yazmak için daha diri ve geniş bir zaman lazım. Güzel film neticede, seriyi tamamlayın, izleyin. Film notum: 8

                            

                            

11.11.2012

Incendies


Hani bazı filmleri izlersin hakkında bir şey yazamazsın ve susarsın ama aslında çok şey yazmak istersin ya, işte öyle bir film Incendies. İzlerken hiç bitmesin diyorsun ama nereye gidecek sonu diye de sabırsızlanırsın. Kanla biten bir aşk hikayesinden peyda ve annesinden ayrı yetimhanede büyümek zorunda kalan bir çocuk… Bebeği elinden alınan, silah sesleri ve parçalanmışlıklar içerisinde kalan bir anne... Barış yanlısı hümanist bir insan iken, birden kendisini önemli bir siyasi aktörün ölümünden sorumlu çete üyesi olarak mahkum gören dağılmış bir hayat… İki çocuk ve bir vasiyet… Bir baba, bir ağabey ve çocuklarına miras kalan bir artı birin yine bir olduğu acı bir hikaye…

Oscar’a aday olmuş ama heykelciği Hævnen'a kaptırmış Kanada yapımı muhteşem bir film. Kimbilir akademi bu kez hangi katakulliye getirerek bu filmi göz ardı etti. Filmin sanatsal yönü böyleydi şöyleydi diyecek değilim ama Nuri Bilge’nin filmlerini sanat eseri olarak göreceksek, bu film bir şaheser. Konu dram ama ‘Babam ve Oğlum’ gibi hıçkırıklara boğacak ağlak bir dram değil, sizi oturduğunuz yere mıhlayan ve vay amk dedirtecek cinsten bir dram. Doğunun bağrından kopan ve feryatları en uç batı da dahi yankılanan bir ağıt... Konusu, kurgusu, oyunculukları, görüntüleri, müzikleri, efektleriyle bilumum bir başyapıt.
Film notum:9

                            

                            

                            

9.11.2012

Why We Fight?


“Toplumların politik bir düzen oluşturmasında başlıca etmen savaş olmuştur. Başlangıçta insanın doğal bir savaş içgüdüsü yoktu. İlkel gruplar barış ve sükûn içinde yaşamışlardı. Eskimolar Avrupalılarla ilk karşılaştıklarında, onların birbirlerini öldürmelerini ya da birbirlerinin toprağını çalmalarını bir türlü anlayamamışlardı. Toprakların altında bulunabilecek değerli madenlerin buz ve karla kaplı olmasına şükretmişler, çoraklıklarının kendilerini saldırıdan koruduğuna inanmışlardı. Gerçekten de savaşlar, sahip olma dürtüsüyle birlikte başlamıştır. İlk savaşlar, avcı kabilelerin tarımla uğraşan gruplara saldırması biçiminde görülürdü. Avcılar, ormanlarda avlayacakları sürüler azalınca köylerdeki zengin tarlalara imrenirler, saldırmak için önce bir bahane yaratır, sonra oraları işgal ederlerdi.”

Yukarıdaki pasaj Engin Geçtan’ın o muhteşem ‘İnsan Olmak’ kitabından. Üstadın son cümlesi özellikle, ilk savaşlardan günümüzdeki savaşlara kadar değişen bir şey olmadığını, ‘önce bahane üret, sonra saldır’ paradigmasının hala geçerli olduğunu gösteriyor. Eskimoların şükrüne paralel ise Cemil Meriç’in meşhur ‘Bu Ülke’ kitabında şöyle bir şey geçiyordu : “Altınlarını cam karşılığı dağıtan Kızılderiliyi hiçbir zaman gülünç bulmadım. Cam, altından daha asil. İsrail peygamberlerinden beri lanetlenmiş bir maden, altın. Adı, tarihin bütün cinayetlerine karışmış. Pıhtılaşmış kan, insan kanı. Cam güzel, çünkü kirli bir mazisi yok. Cam güzel, çünkü kalbi var, kırılıverir.” Özellikle Ortadoğu’da dönen oyunlar ve bitmeyen savaşlar, Meriç’in dediği gibi lanetlenmiş altınından(petrolünden) öte bir şey olmadığını anlıyoruz.

Savaşlar üstüne yapılan bu girişten sonra, söz konusu olan başlıktaki film/belgesel ile konuya daha da yaklaşalım. Neden savaşıyoruz? Filmin adı ve giriş cümlesi. Peki neden? Kutsal değerler, namus, toprak, savunma, özgürlük vs gibi çeşitli cevaplar verebiliriz, ki en yaygın cevap ve yalan da ‘özgürlük’ oluyor. Özgürlük için savaşıyoruz deniyor, ölümün neresi özgürlükse… Tabi burada, bir şeylerden bağımsızlaşarak özgürleşmeye çalışmakla özgür olmak olgularının birbirlerinden farklı olduğunu da belirtmek gerekir.

ABD’nin savaş eksenli dış politikasının perde arkasına ışık tutan ya da tutmaya çalışan bir belgesel diyebiliriz. Daha önce 2. Dünya Savaşı’nda Frank Cappra tarafından aynı isimli savaş propogandası yapan belgesel/film serisi yapılmış, ki bu bilgi belgeselde geçiyor zaten. Ağırlıklı olarak Irak Savaşı’na kongre- şirket – medya ittifakı neticesinde gidiş ve sonrası konu edilmiş. Genel olarak belgelerle, rakamlarla vs. güçlendirilmiş iyi bir belgesel olduğunu söyleyemem, ama çarpıcı bilgiler var. Bunların bazılarını zaten çoğumuz öyle veya böyle duyduk biliyoruz. Ama bu şekilde belgesel film yapılıp izletilmesi de ifade özgürlüğü açısından ayrı bir olay. Mesela şöyle bir değerlendirme geçiyordu: “Günümüzün şeytanı, dünün dostuydu. Bu isterse savaş adına ister ticari sebep adına olsun bu bir ekonomik sömürgeleştirme”, sonrasında da Saddam’ın İran’ın Hümeyni rejimine karşılık ABD’nin dostu olarak kollanıp konuşlandırıldığı, hatta İran’a karşı başarısız olduğunda istihbarat ve silah yardımlarını artırmışlar. Bu yüzden ABD Irak saldırısını yapmadan Saddam’ın elinde kitle imha silahları olduğunu söylüyor, çünkü zaten faturaları elinde. Medyanın yine gücün güdümünde olduğunu ve rakamların, askeri başarısızlığın gizlendiğini anlıyoruz. Irak savaşında ölenlerin %90’ının çocuk ve kadın gibi sivillerden oluştuğu bilgisi geçiyor ki çok çarpıcı.

Belgeselde ayrıca ikinci dünya savaşı ve soğuk savaş dönemindeki ABD politikasına da değiniliyor. Başlangıçta ABD’nin karanlık, kötü yüzü olarak sunulan Eisenhower’in sonunu izlediğinde o kadar da kötü olmadığını(!) anlıyoruz. 2. Dünya Savaşı ile birlikte Amerikan askeri imparatorluğunun doğduğu söyleniyor. Başkan Eisenhower ile silahlandırma ve askeri güç inanılmaz bir şekilde artırılarak tam bir militarist devlet olunuyor. Eisenhower ile başlayan bu güç bir anlamda Amerikanın günümüze kadar gelen dış politikasının da miladı oluyor. Ama başkanın doğru bir şekilde anlaşılmadığı ya da sözlerine mutabık olunmadığı anlaşılıyor. Hatta veda ederken Amerikanın bu denli güçlü olmasının doğurabileceği tehlikeleri öngörerek kongre-şirket-ordu ittifakının doğru bir şekilde yönetilmesi uyarısında bulunmuş. Tabi Bush ve türevleri bu uyarıları sakız yapıp çiğnemiş, ki Bush’a halkın duygularını manipüle eden yalancı yaftası açık bir şekilde yapıştırılıyor burada.

Bilim ve teknolojinin, savaş ve savunma sanayi sayesinde bu denli ilerlediği bilinen bir gerçek. Belgeselde geçen rakamlar veya bizim kendi ülkemizde ya da dünyanın her hangi bir ülkesinin askeri harcamalarının tüm bütçedeki yerini görünce zaten bunun nedeni anlaşılıyor. Hatta belgeselde geçen ve Japonya’ya atılan atom bombaları sonrasında Amerikan yönetiminin “Bu, tarihte organize olmuş bilimin en büyük başarısıdır” açıklaması, işin bu yönüyle ironik tarafını ortaya koyuyor.

Herhangi bir güçle ilişkisi olmayan sıradan insanlar, savaşların, politikacılar ile para babası şirketlerin ve bunların kirli çıkarları ekseninde dönen kirli ilişkilerinin ürünü olduğunu düşünürler. Bu yaygın bir inanıştır. Oysa bu gerçekle örtüşmeyen o kadar çok veri var ki, şahit olunca insanlar yakıp yıkmaya meyilli hayvanlar deyiveriyorsunuz. Mesela çocukları ile birlikte ailece sinema izler gibi askeri şovları izleyenleri anlamakta güçlük çekiyorum. Bu insanlar, attıkları bombalarla insanı paramparça eden, yeryüzünü yakıp cehenneme çeviren, gökyüzünü ise simsiyah dumanı ile boğan o uçakların, tankların gürültülü ve şatafatlı her bir manevralarıyla orgazm olmuş gibi neşeyle çığlık atıp gülümseyebiliyorlar. Zaten deniyor ki; savaş yetkisini, biz halk tarafından seçilmiş halkın temsilcileri, yine halk adına kullanıyoruz. Medya ile manipüle edilip 4 yılda bir hatırlanan halk, para babası sermayenin kullandığı kukla temsilciler ve kapitalizmin şirin maskesi demokrasi…

                            

                            

8.11.2012

Aymazlık ve Cevapsız Sorular


‘Anne’ dedim ‘Af buyur ama dayının yüzü neden biraz kaymış gibi? Tamam yaşlı ama bu başka bir şeyden ötürü olmalı’. ‘Oğul’ dedi ‘Dayım vakti zamanında elinde kazma kürekle inşaatte çalışırken topraktan kemik parçaları çıkmış ve “nerden çıktı şimdi bu it kemikleri” demiş, akşama eve gidince ortada geçerli hiç bir sıhhi neden yokken fenalaşmış ve felç geçirerek yatalak olmuş. Doktorlar bu duruma anlam verememiş, o doktor bu doktor derken çareyi çok meşhur bir mollada bulmuş. Bu yaşlı bilge adam durumun en ince ayrıntısına kadar kendisine nakledilmesini istemiş ve ilk etapta gereksiz küçük bir ayrıntı gibi kendisine anlatılan kemik mevzusunu duyunca, göz bebekleri birden büyümüş, sakalını sıvazlamış ve “korkarım ki o it kemikleri dediğiniz çok değerli bir zatın naaşından kalma kemiklerdir” buyurmuş. Dayı, kemikleri tekrar bir araya getirtip defnediyor, Yasinler, hatimler okuyor okutuyor, tövbe ediyor dua ediyor ve kısa süre sonra felci geçiyor ama felcinden kalma yüzündeki bu nişane öylece kalıyor’.


Bilim ne kadar çok ilerlerse ilerlesin, hayatın bu metafizik yönünü açıklamakta hep aciz kalıyor. İnsanoğlu acizliği ölçüsünde kibirlidir de. Üç beş kitap okuyan tanrısına isyan edip meydan okumaya başlıyor. İki gıdım ilerleyince evrenin sırrına vakıf olduklarını zannedip, kibirle her şeyi açıklayabileceklerine inanırlar. Nerden geliyor şimdi bunlar aklıma? Malum Sandy kasırgası o dehşetengiz görünümü ile ABD’yi kasıp kavururken, bilimin, medeniyetin, gücün zirvesi bu ülkede dahi, başkanların aciz içinde sus pus kalmalarını biraz da bu yönüyle seyrettim. Hani 11 Eylül gibi insanların neden olduğu bir olayda kolayca ‘never’ diyebiliyorsunuz ama kasırgada yapabileceğiniz en iyi şeyin ‘evlerinizi boşaltın, kaçın’ dan öteye gitmiyor. Woody Allen deyişi ile özetlersek durumu ‘Tamam, bilim bize peyniri pastörize etmeyi öğretmiştir. Bunu arkadaşlar arasında denemek eğlenceli de olabilir. Sonsuz bilmecelere kafa yorarken insan, bilim nerede? Evren nasıl doğdu? Ne zamandır var? Madde, bir patlamayla mı, Tanrı’nın kelamıyla mı ortaya çıktı?’ Patlama nerde nasıl çıktı? ...

                            

                            

7.11.2012

Dönüşüm


Into the Wild filmini izledikten sonra işin felsefesi düşünmeye değer demiştim. Gerçekten çarpıcı bir konu. Kafka’nın Dönüşüm kitabını gecikmiş olsa da okuyunca büyük parallelikler taşıdığını fark ediyorum. Ve soruyorum kaç kişi Chris gibi her şeyden vazgeçmeyi göze alarak içinden geldiği gibi davranabilir ya da kaçımız Samsa gibi sistem dışına çıkmayı, böcek olmayı göze alabiliriz? Hepimiz öyle veya böyle çizilmiş kurallara bağlı, sisteme sadık kullarız nihayetinde.

Böcekler