Ikinci dunya savasi sonrasi Almanya dogu-bati seklinde ayrildi ama sonra SSCB'nin dagilmasiyla birlestiler. Benzer sekilde Vietnam kuzey ve guney seklinde bolunmus sonrasinda birlesmislerdi. SSCB'nin dagilmasiyla bir suru devlet ortaya cikti, Yugoslavya ve sonrasinda onun parcalanmasiyla bagimsizliklarini kazanan devletler oldu. Ancak 1945 yilina kadar tek bir devlet olan, kardeslerin birinin sinirin bir otesinde digerinin diger otesinde kaldigi Kuzey-Guney Kore devletleri neden birlesmediler? Soruyu genc bir bilgeye sorduk, bilgedir bilir diye. "Ibneler alevi-sunni ayrimi yapiyor" diye geyige vurdu, pic. Neticede wikiden uzun sure bakinca soruma iyi kotu bir cevap aldim gibi. Burada da dursun.
Kore 1910'dan 1945'e kadar Japonlarin hegemonyasında ve halki bir nevi kolelestiriliyor. ABD baskani Roosevelt ve Ingiltere basbakani Churchill Kore'nin tekrar bagimsiz olmalarini destekler, Cin ve Sovyetler de hemfikir olur. Roosevelt, Kore'nin tekrar kendilerini idare edebilecegi bir duruma gelmelerine kadarki surecte bunlara vekalet etmek istedigini soyler. Nedeni ise kolelestirilen toplumun kendi kendisini yonetebilecek durumda olmadigidir ve bir sure bu korunmaya ihtiyac duydugudur. Diger gucler ve ozellikle Stalin karsi cikar. Bu yuzden yine Roosevelt kendi birliklerinin guneyde, Sovyetlerin de kuzeyde, Kore'nin tekrar kendilerini yonetecek guce erisinceye kadar vekalet etmelerini onerir ve bu onerisi kabul edilir. Stalin bu surenin cok uzun olmamasini da onerir. Roosevelt öldükten sonra kuzeyde Sovyetler iyice yerlesir ve güneye doğru hızlıca ilerlerler. Amerika'nin gozu korkar ve neticede 38. paralelden ulkeyi bolmeyi kararlastirirlar. Bunu yaparken de tek bir Koreliye de danışmadan karar alıyorlar. 16 milyon guneyli ve 9 milyon kuzeyli diye boluyorlar bunlari. Kuzeydeki otorite, sert bir toprak reformu yapiyor ve Japonlar ile onlarin isbirlikcileri olan Korelilere ait topraklari alip fakir koylulerle paylasiyorlar. Dolayisiyla eski sinif zincirini bozuyorlar. Eski toprak sahiplerinin de ancak esit oranda toprak sahibi olabileceklerini soyluyorlar. Bunlarin iktidara gelmelerini onleyecek tedbirler alarak guc tasfiyesi yapıyorlar.
Dolayisila bu zenginlerin de cogu kuzeyden guneye kaciyor. Guneyde bazilarina hukumette gorev bile veriliyor. Bu arada kuzey ve guneyin soyle bir farki da varmis; Japonlar agir sanayiyi kuzeye, tarim ve hizmet sektorunu ise guneyde konumlandirmis isgal yillarinda. Dolayisiyla bu ikisinin birbirlerinden ayri olmasi, ayri ayri toparlanmalarini oldukca guclestirmis. Guneye yerlesen ABD, official dili de Ingilizce yapmis. ABD’nin atadığı vekil yonetici askeri tabanli olup politikadan pek anlamadigi icin, güneyde isler cok daha karmasik ve kaotik olmus (ittifak guclerinin Japonyada daha makul bir yonetimi olmus mesela). Bu arada Japonlar, Kore'den ayrilmadan solcu bagimsizligi savunan politikacilara gucu devredip oyle çekiliyorlarmış. Bunlar kuzey-guney ayrimina karsi çıkıyor ve tam bagimsizligi savunuyorlar. Kuzeyde Komunist Parti yetkilileri ise Sovyetlerin etkisinden oturu bagimsizliktan ziyade manda yonetimini savunuyormuş. Kuzeyli bir suikastci, guneyde tam bagimsiz tek bir kore iddiasini paylasan lider politikaciya suikast yapip oldurur(aşırı solcu silahlı eylemi). Ilginc olan bu öldürülen kisiyi, Sovyetler
ABD'ye "biz cekilelim bu herif Kore'yi yonetsin" diye teklif ediyor daha once ve ABD reddediyor bu öneriyi. Yani kuzeyin makul görebileceği biridir bu ayni zamanda. Neyse, sonrasinda kuzey-guney sinir gecislerine kisitlamalar getiriliyor. Bu sirada sovyetler yine "biz cekilelim, Koreliler karar versin yonetimlerine" teklifini yapiyor ama kabul edilmiyor.
1947'de Birlesmis Milletler, yabanci guclerin cekilmesi ve secim yapilarak Korelilerin kendi kaderlerini tayin etmelerini onerir ama bunu da Sovyetler adil bir secim garanti edilmez gerekcesi ile reddeder. Bu oneriyi guney icin kabul ederler ve Sovyetlerden bagimsiz, guney kesimi icin secimle hukumet belirleme karari verilir. Bircok Koreli, bunun Kore'nin bolunmesi demek oldugunun farkinda ve siddetle bu karara karsi çıkarlar. Guneyli askeri gucler buna karsi çıkanları sert bir sekilde bastirir ve binlerce kisi öldürülür. Dolayisiyla bu daha sonraki kuzey-guney savasina kadar giderek artan gerilime sebep olur. 1948'de kuzeyli ve guneyli bağımsızlığı savunan kisiler tarafindan kuzeydeki Pyongyang sehrinde (Seoul'dan sonra en buyuk ikinci sehir) bir kongre duzenlenir. Katilimcilar, guneydeki secimlere karsilar ve bağımsız tek bir Kore'yi savunuyorlar. Hem kuzey hem de guneyden politikacilar katilir. Guney rejimi bunlari kinar. Sonraki yil konferansa katilan Guneyli lider suikast ile oldurulur. Bu kongreden bir ay sonra 1948'de guneyde secim yapilir. ABD destekli koreli bir lider, muhaliflerin protestolarina ragmen ve onca siddete ragmen ilk baskan olarak secilir ve ABD gucu buna biraktigini soyler. Kuzey ise buna karsi bugunku baskanin dedesi olan Kim Song-ju'yu ilk baskanlari olarak ilan eder. Daha sonra BM, guneydeki hukumeti "Kore'nin tek yasal varisi" ilan eder. Tabi hicbir uye ulke, secimin mesru bir parlamentoda olduguna ikna olmaz. Guneyde sular durmaz, isyanlar olur, binlerce muhalif komunist diye katledilir. Kuzey-guney gerilimi 1950'ye kadar gittikce artar, catismalar ve siddet bitmez. Nihayet 1950'de Kuzey kesim, guneyi istila etmeye baslar ve boylece buyuk Kore ic savasi baslamis olur. Kuzey kesimi, askeri olarak aslında daha güçlü, kuzeyin lideri de zamanında Japonlara karşı başarılı gerilla savaşı vermiş. Bunlar, kısa süre sonra güneyi kontrol altına alıp birleştirmeyi düşünüyorlar/hayal ediyorlar. Tabi ABD durmaz ve ABD liderliğinde BM yardima asker gonderir. O donem Adnan Menderes hukumeti de meclise danismadan asker gonderme kararini veriyor (meclise sormadan tek başına karar vermek birilerini hatırlatıyor ama kim acaba ¿). Kuzey güçleri, bütün Kore sahanlığını birlestirmeyi istedikleri icin ABDli ittifak gucleri gelene kadar, guneyin yuzde 90'nini kontrol altina aliyor. ABD ve BM gucleri mudahil olunca durum degisiyor. Bu sefer guney, kuzeyi de kendi rejimi altinda birlestirme doktrinini yayinliyor. Guney ve ittifak gucleri, tarafsiz sinir bolgesini gecince olaya Cin de karisiyor. Cin gucleri ABD'yi yine guneye cekiyor. 1951'de ateskes saglaniyor ama guney rejimi, kuzeyi kendi catisi altina alana kadar savasi surdurmeyi savunuyor. 1954'de Cenevre'de konferans duzenleniyor, bircok uyenin cabalarina ragmen birlestirme karari cikmiyor. Sinirda gozlemci birkac ulke gozetiminde tarafsiz bir hudut oluyor ve gunumuze kadar bu ayrilik bu sekilde geliyor.
1972'de gizli, masaaltindan bariscil bir birlesme icin iki ulke baskentlerinde gorusmeler gerceklestiriliyor. Birlesmeye dis guclerin dahlini kesin bir sekilde reddediyorlar, bazi boyle kurallar belirliyorlar. Ara ara görüşmeler oluyor ama sürekli sekteye uğruyor bu gorusmeler, çatışmalar misillemeler oluyor sürekli. Hatta Vietnam savaşı başlayınca, Güney rejimi 350 bin asker gönderiyor ABD ittifakına destek çıksın diye, ki bu cok buyuk bir sayı. Kuzey ise Vietnamlı savaşçılara ülkelerinde gerilla taktiklerini ve savaş eğitimini veriyor. Dolayısıyla bunlar farklı eksenlerde sürekli çatışıyor, karşı karşıya geliyorlar.
2000 yilinda bu iki ulkeyi birlestirme projesi yeniden baslatiliyor. Kuzeyden ve guneyden ayri kalmis aileler bir araya gelip konusuyorlar. Gorusmeler hem Pyongyang hem de Seoul'da gerceklestirilmis. Kuzey federatif bir yapi oneriyor, guney commonwealth tarzi birsey oneriyor. Sonra 2007'de bir daha gorusmelere devam ediliyor. Olimpiyat seremonilerinde (2000-2004-2006) tek bir Kore yuruyusleri oluyor. Hatta 2008'de birlesik Kore takimi olusturmak istiyorlar ama detaylardan oturu gerceklestirilmiyor. 2018 kis olimpiyatlarinda ortak bir kadin buz hokeyi takimi yarisiyor. 2018 Kore kis olimpiyatlarina Kuzey Kore de katiliyor ve birlesme yonunde sicak iliskiler kurulmaya devam ediliyor. 2019'da Guney Kore lideri hedef 2045'e kadar birlesmek diyor (Güney Kore’nın bir önceki başkanı bu anlamda daha istekli anladığım kadarıyla, geçtiğimiz Mayıs’ta koltuğu devrettiği yeni başkan gerilimi tırmandıracak öneri ile geldi gelir gelmez. ABD’den Kuzey Kore tehlikesinden dolayı güneyde nükleer güç kurmalarını istedi. Cin ve Japonya karşı çıktı, ABD kabul etmedi).
Su an iliskiler yine gergin gibi, aslinda bu birlesme cabalari olurken ortami gerecek olaylar da sürekli oluyordu (guneyli bir aktivistin tutsak edilmesi, tartismali bir guney gemisinin batirilmasi olayi (46 kisi ölmüs), birçok kişinin öldüğü topcu catismasi gibi sürekli birbirlerini pataklıyorlar)
Ote yandan guneyli halk arasinda bu birlesmeye dair suphe ve destek gittikce dusuyormus. 90'larda yuzde 80’i birlesmeyi savunurken, 2010'lu yillarda bu destek yuzde 56'ya kadar dusmus. Ozellikle gencler arasinda birlesme destegi oldukca dusukmus. Mesela 2017'de bir ankette genclerin yuzde 72'si birlesmeye gereksiz demis ve ekonomik kaygilarini soylemisler. Hatta 20'li genclerin yarisi kuzeylileri dusman olarak gorduklerini soylemisler. Bu arada 2000'lerde soyle ilginc bir sey de yasaniyor. Guneyin basinda Kim Dae-jung denen aktivist bariscil bir lider, ki kendisi Kuzey'le ve Japonya'yla olan bariscil iliskilerinden otoru nobel baris odulu almis. 2001'de baskan Trump'la gorusuyor. Donuste bu gorusme icin 'utanc verici' deyip baskan Bush'un Kuzey'e olan yaklasimindan oturu, ozelden Bush'a epey bir saydiriyor (Bush Kuzey Kore icin seytan ekseni diyor. Seytan ekseni tanımıni, 11 Eylül saldırı sonrası Irak, Iran ve Kuzey Kore için kullanıyor). O ara da Kuzeyli lider Seoul'a davet edilmis,
baris/birlesme gorusmeleri olacak. Bu yasananlarla birlikte, Kuzeyli lider gorusmeyi iptal edip, ulkesindeki nukleer gozlemcileri olan BM mufettislerini ulkesinden kovuyor ve nukleer programina yeniden basliyor ve Kuzey Kore 2005'de nukleer bir guc oldugunu dunyaya ilan ediyor. Butun bunlarin fitilini boylece baskan Bush ateslemis oluyor.
Simdi gelelim Kore durumunun Almanya ile farkina. Gorulecegi uzere Kore'de 1950'de buyuk bir ic savas oluyor ve dis gucler de karisip birbirlerini biciyorlar. Milyonlarca kişi ölüyor. Bu, toplumda buyuk bir ayrisma yapiyor haliyle. Almanya'da ise boyle bir durum yok.
Dogu Almanya'da Sovyet askerleri 1989'a kadar varmış. Oysa Kore'de oyle bir durum yok. Iki bolge, emperyalist buyuk gucler tarafindan paylasiliyor once. Sonra kendi haline birakiliyor, gonullu bir ayrilma var. Hatta diğer ülkeler birleşmelerini istiyor gibi anladığım kadarıyla. Mesela Sovyetler kuzeye epey yardım yapıyormuş, Cin de öyle. Sovyetler dağıldıktan sonra kuzeyin ekonomi iyice dagilmaya başlamış. Zaten ondan sonra güneyin ekonomi de şaha kalkıyor. Aradaki makas iyice açılıyor, bir sürü kuzeyli sınırdan geçmeye çalışıyor. Ote yandan Cin de Kuzeyin şımarık tavırlarından sıkılmış duruma geliyor. Zaten Cin ve Güney Kore ilişkileri de 1990’dan sonra gelişmeye başlıyor (o zamana kadar birbirlerini tanımıyorlar. Cin için Kuzey Kore; Güney Kore için ise Tayvan vardı o zamana kadar). Almanya’daki duruma gore diger bir durum olarak, Avrupa-Asya kulturel geleneksel yaklasimlar, problem cozme, olaylara bakistaki farkliliklar vs de eklenebilir. Yine Dogu-Bati Almanya arasindaki ekonomik farki, gecikmis Kore birlesmesine gore oldukca daha azdir. Kore durumunda ucurum bir fark varken, Almanya'da fark bu denli degildi birlestiklerinde. Ayrica nufus farkinda da Almanya avantajli idi. Oran olarak Dogu Alman nufusu Bati'ya gore cok daha azdi. Simdi oyle bir fark yok Kuzey-Guney Kore arasinda. Yaklasik iki kati gibi su an guneyin nufusu kuzeye gore.
Sonuc olarak bu iki birlesir mi bilinmez ama eger birlesirlerse, Asya'da muthis bir guc olur. Nufusu, topragi, kaynaklari, teknolojisi ile Japonlari kolaylikla geride birakirlar. Hatta guneyin bir onceki baskani da bundan oturu ve Japonya ile iliskiler son yillarda kotulestigi icin, olasi bir birlesmeyi ekonomik acidan da gerekli ve onemli buluyormus.
31.12.2022
Neden Kuzey Kore ve Guney Kore hala birlesmediler?
21.12.2022
Vamos Argentina: Son Tango
Ne izledik boyle, ne dunya kupasi oldu ama! 98 dunya kupasindan bu yana iyi kotu dunya kupalarini takip ediyorum. 98'de orta1'iz tabi, yaz geliyor yurttan ayrilacagiz, tahminlerimizi yurdun bahcesindeki betona, keresteye kazitip olumsuzlestirmeye calisiyoruz. Sosyal medya filan olmayan yillar tabi, biz de tam anlamiyla bebeyiz. Cok bildigimden takip ettigimden oturu degil, ama cocukluktan gelen sikca duydugumuz Maradona efsanesinden oturu, Maradona'nin takimi Arjantin benim tahminimdi hatirliyorum. Sonraki turnuvada artik liseyiz, haftasonu sabahin koru kalkip Arjantin-Nijerya macini ve Fenerle anlasan Ortega'yi izledigimi hatirliyorum. Sonra Messi efsanesi basladi, Arjantin adina dunya kupasi umutlari hic olmadigi kadar yukseldi. 2006'da muhtesem cocuk Messi'nin oynatilmamasi koc Pekerman'in ayibi. 2010 Messi'nin firtina gibi estigi prime donemine denk gelen kupaydi ve tahminlerimiz burada duruyor. Arjantin'in dunyanin en iyi oyuncusunun prime donemine bugunku kadrodan cok daha iyisi ile denk geldigi o doneminde, kagit uzerindeki avantajlarindan oturu yari final yapar tahminini, yetersiz bir Maradona teknik ekibinden oturu yapiyoruz. Bugunku teknik ekip olsa kupanin en buyuk favorilerinden biri olurlardi. Yazik etti cidden Maradona o turnuvadaki potansiyele. 2014'de Messi hala en iyisi ve bundan oturu favorimiz yine. Ama Arjantin yine saglam duran bir ekip gibi durmuyordu. Ona ragmen firtinalar estiren Almanya ile finalde dise dis bir mucadele neticesinde uzatmalarda golu yiyip ikincilikle yetiniyorlardi. Ortasahasi olmayan, defansi kalecisi vasatustu olan, o Arjantin'e bu bile buyuk basariydi acikcasi. Yine de Higuain ve Palacio'nun kacirdigi iki buyuk firsat degerlendirilse kupayi alacaklardi belki. 2018'de gruplardan sonra ilk rauntta, turnuvanin sampiyonu Fransa'ya elendiklerinde, o turnuva da bitmisti bizim icin. Artik dunya kupasinin Messi icin masalsi bir hayal oldugunu biliyorduk hepimiz. 2022'de ne de olsa 35 yasinda olacakti ve Arjantin'in Aguero, Di Maria, Higuain gibi o muhtesem hucum hatti artik kramponlari asacak emeklilik donemlerine denk gelecekti. Bu takimin dogru bir teknik adam bulamayacagini, bulsa da zaten bir sekilde kaybedilen finallerin etkisi ile yine kupaya uzanamayacaklarini icsellestirdik bir nevi. Messi bile inanmiyordu belki artik o en buyuk hayaline. 2014 dunya kupasi finalinden sonra ust uste 2 Copa America finalini kaybedince milli takimi biraktigini duyuruyordu Arjantin'in "yeni maradona"si. Donmesi icin kampanya baslatildi ve henuz biyiklari terlememis delikanli Julian Alvarez de donmesi icin mektup yazan hayranlarindan biriydi o donem. 2006'da milli takimi benchte beraber takip ettigi takim arkadasi Lionel Scaloni, Messi'nin idollerinden biri olan Pablo Aimar ile birlikte yine 2018 dunya kupasindan sonra, onu devam etmesi icin ikna eden isimlerden biri olarak hikayede yer aliyordu. Scaloni yeni ekibi ile beraber, Messi'nin milli takimda bu kez zevk alarak oynadigi bir takim ve sistem kuruyor ve gecen yil 2021'de nihayet o takim Copa Amerika'yi kazaniyordu. Copa Amerika finalinin oynandigi gun, arkadasimla hiking'e gittigimiz birgune denk gelmisti ve Messi'nin sonunda milli takimla buyuk bir kupayi almasina sevindigimiz dun gibi aklimda. Sonraki yil gelecek olan bu muhtesem dunya kupasi sampiyonlugunu, o zaman bile hayal edemezdik.
Messi ama hayal etmeye devam ediyordu. Ona inanan butun bir teknik ekip ve Messi'yi idol olarak goren Arjantin'in yeni nesil yildizlari; Alvarez, Enzo Fernandez, Mac Allister gibi genc, yetenekli ve dinamik bir kadro, kader arkadasi Di Maria ile olmustu artik ve Katar dunya kupasi seruvenine basliyorlardi. Turnuva baslarken, bircok kisi icin en buyuk favoriler Brezilya, Fransa, Ispanya'ydi. Daha sonra Ingiltere, Portekiz, Arjantin, Almanya gibi takimlar geliyordu. Arjantin'in kupayi almasi bir yana yari final, final gormesi cok buyuk bir basari olacakti. Hatta Alvarez bu hikayenin ceyrek final Hollanda maci oncesinde bunu su sekilde dile getirmisti: City'e ilk katildigi donemde, Portekiz'li oyuncular Pep ile kimin kupayi alacaklarini tartisirlarken Portekiz'i, diger Avrupa takimlarini ve Brezilya'yi sayiyorlardi. Pep, Alvarez'i isaret ederek, Arjantin'in cok iyi takim oldugunu o zaman dile getiriyormus. Turnuvaya Arabistan yenilgisi ile basladiklarinda sampiyonluga inanan sayisi iyice azalmisti. Messi ama bu takima inaniyordu, bu sefer farkliydi, takim farkliydi, o farkliydi. Yenilgiden sonra bize inanin, bu hikaye devam edecek diyordu. Arjantinlilerde inanc devam edecekti elbette. Gruplarda kalan iki maci alip Avustralya ile eslestiklerinde artik ceyrek finali goreceklerine inanc tamdi. Arjantinliler aslinda, Messi'yi 2014'ten sonra "Arjantinli Messi" olarak gormeye baslamislardi. O zamana kadar hala "bu cocuk alamanci (katalan messi), bizden numunelik eser kaldi" seklinde hayiflaniyorlardi. 2014'ten sonra artik o kutsal 10 numaranin ruhunu tasiyan gercek bir idoldu, yediden yetmise herkes artik bagrina basiyordu. Hollanda macindaki hirsi, kavgadan gurultuden cekinmeyen, alisik olmadigimiz bir Messi'nin varligi bu donusumu gosteriyordu. Yari finalde turnuvanin en buyuk favorisi olan Brezilya yerine Hirvatistan'in gelmesi de goklerden gelen bir karar olmaliydi. Final yolu acilmisti ve finalde de artik kaybetmezlerdi. Finale ciktiklarinda, pandemi ile beraber iyice boka saran ekonomiye ragmen, Arjantinliler evlerini satiyorlardi ve bu ölümsüz ana sahit olmak istiyorlardi. Futbola olan, kelimelerle anlatmanin zor oldugu latin tutkusunun ifadesiydi bu. Ayni zamanda bu, ugruna evini satacak kadar buyuk bir inanışın ifadesiydi. Messi son tangosunu yapacakti. Rakip kim olursa olsun, son sampiyon Mbappe'li ve yildizlar karmasi Fransa olmasi bile birseyi degistirmeyecekti.
Finalin ilk 70 dakikasinda sahada Fransa yok gibiydi adeta. Arjantin, Fransa'yi mat etmisti ve macin hikayesi tipki bir onceki yari final turundaki Hirvatistan zaferine benzemeye baslamisti. O mactaki gibi perde, Messi'nin muhtesem penaltisi ile acilmis ve hemen akabinde hizli kontra-atak sonucunda ikinci golu bulmuslardi. Simdi sira 3'u bulup bu isi bitirmekti, zira 2-0, en tehlikeli skordu. Ve o korku filmini ceyrek finalde Hollanda macinda izlemistik. 64'te macin Messi ile birlikte diger yildizi, sol kanadi otoban gibi isleten Di Maria cikinca ve sonrasinda Fransa'nin yaptigi degisikliklerle macin seyri degisiyordu. O ana kadar ucuncuyu atip fisi cekemeyen Arjantin aci cekecek gibiydi. Otamendi ceza sahasinda Kolo Muani'ye gecilip onu aptalca dusurdugunde, Fransa ruzgari arkasina almisti artik. Mbappe'nin 2 dakikada biri penalti olmak uzere 2 harika golu ile maca esitlik gelmisti bile. Final kaybedilseydi o tutkuyla evini satanlar Otamendi uzerinde sergileyecekti muhtemelen tutkularini. O sok ile daha fazla gol yemedikleri icin sansli bile sayilabilirler. Uzatmaya gitmeden Messi'nin muhtesem sutunu Hugo Lloris cok iyi uzanip celince, kaptan Messi'nin daha nokta koymadigi belliydi. Uzatmalarin ikinci yarisinda Messi yine sahnedeydi. E artik aldik diye sevinirken, bu kez mallik sirasi Montiel'deydi. Elle mudahale ve penalti. Skor yine esitti. Buradan kaybetselerdi bu kez Otamendi ile birlikte genc Montiel degil, dunyalari kaciran Lautaro Martinez tutkularin efendisi olacakti. Bu dunya kupasinin muhtemelen en epik finalinin sonucunu artik penaltilar belirleyecekti. Messi'nin 2 ve Di Maria'nin 1 gollerine karsilik, Mbappe hattrick ile cevap vermisti. Son tangoyu yapan 2000'li yillarin ortasindan bu yana dunyanin en buyuk superstarina karsilik, son yillarin ve muhtemelen gelecek yillarin yeni superstari pes etmiyordu. Mac devam etse muhtemelen tangoya devam edeceklerdi daha ama, neyseki 120 dakika bitti ve penaltilara sira gelmisti artik. Her iki takimin superstari acilisi yapacaklardi. Penalti atislarinda Baggio gibi Zico gibi donemin superstarlari bu anlarda bogulmuslardi, ama neyseki bu kez her iki tarafin da superstari penaltilari basariyla gole cevirmeyi basarmislardi. Sonrasi kaleci Emi Martinez'in kahramanlasmasi ve nihayet kupa tum zamanlarin en iyisinin elindeydi artik. Buraya gelmeden kolayca alinabilirdi belki bu final ama, bu durumda muhtemelen penaltidan oturu, Fransa'nin silik goruntusunden oturu bu final golgeli olacakti ve acikcasi cok uzun sure de hafizalarda yer alamayabilirdi. Macin bu sekilde son derece epik olmasi da goklerden gelen ikinci bir karar olmaliydi. Zira bu, Maradona'dan sonra futbolun yeni tanrisinin son tangosuydi.