23.04.2012

Hayatın Tatmin Etmesi!


Kişilik gelişim kuramlarında insan yaşamı belli dönemlere ayrılarak incelenmiştir. Freud, ergenlik öncesi 4 dönem ve ergenlik dönemi olmak üzere 5 temel döneme ayırmış, Erikson bu kuramı biraz daha genişleterek yaşlılığa hatta ölüme kadar genişleterek 8 dönem içerisinde incelemiştir. Her bir evrede, insana dış ortamdan normal koşullar sağlanmadıysa ve birey normal tepkiler almadıysa bir takım saplantılar oluşacağı belirtilmiş. Herşey normal giderse, son evrede hayattan tatmin olan, ölüme de adete gülümseyen bir birey olunuyormuş. Konu aslında bu psikolojik kuramlar değil, ben bunları okurken hayatın tatmin etmesine takıldım. İnsanların hayattan tatmin olması zamana göre değişen bişey. Bu konuda büyük anne-babalarımızı, hatta anne-babalarımızı bu yüzden çok daha şanslı görmüşümdür. Nispeten çok daha küçük şeylerin onları memnun ettiği, tatmin eşiğinin düşük olduğu dönemlerde yaşadılar. Biz artık çevremizde 20-30 yıllık evliliklerin perde arkasındaki esrarı incelenmeye değer bulurken, onlar ömür boyu evlilikleri başarmışlar. Tek işte yıllarca çalışmışlar, aynı şehirde bıkmadan usanmadan yaşamayı başarmışlar ki benim aklım almıyor bunu hiç. Günümüzde yaşam o kadar hızlı yaşanıyor ki insan bünyesi çoğu zaman bu hızı kaldıramıyor. İlişkilerimiz bu devinimden ötürü sığ ve geçici, bu yüzden yalnızlık kaçınılmaz oluyor. Kapitalist düzen bize sürekli daha iyisini elde etmek için gözümüze gözümüze ışık hüzmesini tutuyor, afallıyoruz ve hipnotize oluyoruz, koyun sürüsü gibi bize empoze edilen komutları yerine getiriyoruz. Daha iyi iş, daha iyi eşya, daha iyi şehir, daha daha diyerekten alırken veya elde ederken uğruna çok çaba harcadığımız şeylerden dahi çok kısa süre sonra bıkabiliyoruz. Bu yüzden hayattan tatmin olma, bilmesi gerekenden çok daha fazlasını bilen, hayatı hızlı ve yoğun yaşayan günümüz insanında pek mümkün olmuyor kanımca. Dünyada olup biteni görmek, bilmek bizlere sanıldığı gibi fayda sağlıyor mu acaba diye düşünmek lazım belki.

2 yorum:

ahmet tolga dedi ki...

"Dünyada olup biteni görmek, bilmek bizlere sanıldığı gibi fayda sağlıyor mu acaba diye düşünmek lazım belki." Belli bir eşiği geçene kadar sıkıntı oluyor da, sonrasında rahatlıyorsun :D, ses hızını aşma gibi işte...

Del Piero dedi ki...

o hızı aştıktan sonra rüzgar senden, insanlığından çok şey alır ama :D
şimdi biraz daha açık ifade ile yazayım.
Hayatın daha yavaş aktığı, küreselleşmemiş bir yerde, daha kırsal bir bölgede, insanlar genelde daha sıcak daha samimi ve duyarlı olurlar. Çünkü kendi küçük dünyasında yaşar bu insan ve bu dünyada olağanüstü bir değişim olmuyor. Hayat yavaş bir ritimde akar gider. Bu insanlar ufak bir değişime bir duyarlı olabiliyorlar. Öte yönden metropolde yaşayan, dünyayla daha bütünleşik(!) ve birçok şeyden haberi olan insan bir noktadan sonra kayıtsız olur, olmak zorunda. Yoksa kafayı sıyırır. Sabah işe giderken ayağı kopuk yerde sürünen hasta dilenciyi görmez, 5 dakika içerisinde internetten onlarca cinayet, tecavüz, kapkaç haberini masal gibi okur ve akşam da gayet normal bir şekilde elinde patlamış mısırla sinemasını izler. Benim yazıda kastettiğim buydu.