26.12.2011
The Insider
Bir süredir bgst yayınlarında Postmodernizm ve Sol kitabını okuyorum. Kitap 90'lı yıllarda yayımlanan ve o zamanlar Z Papers adını taşıyan muhalif bir Amerikan dergisinde yer alan postmodernizm, medya eleştirileri, sol, şirketlerin hegemonyası, bilim eleştirileri vs. çeşitli alandaki makaleleri içeriyor. Yazarlardan Edward S. Herman, medya eleştirisi alanında dünya çapında tanınan ünlü bir araştırmacıdır. Şirketlerin egemenliği ve düzmece bilim adlı makalesinde kimya endüstrisinin zehirleme hakkından, şirketlerin bilim üzerindeki avukat egemenliğine, test laboratuvarı skandallarından şirketlerin düzmece bilimi ve tehditlerine kadar çeşitli konulara harikulade bir şekilde değiniyor. Rachel Carson'ın 1962'de yayınlanan Silent Spring adlı kitapla bu düzmece çarka deyim yerindeyse çomak soktuğunu söylüyor. Peki bundan sonra endüstri ne yapıyor : Endüstrinin Carson'ı gözden düşme çabalarının başarısız kalmasına ve Carson'ın yeni gelişen çevreci harekete kuşkusuz büyük bir ivme kazandırmasına rağmen, onun ana akım medyanın derin gündemine saldırabilmesi bir istisna teşkil etmektedir. Endüstri, halkla ilişkiler konusunda artık dersini almıştı;giderek artan kaynaklar ve temelde dostane davranan bir şirket medyası sayesinde enformasyon üzerinde kurduğu hegemonyaya karşı çıkışlarla daha etkin şekilde başa çıkabilecekti. Derin gündemin kontrolünü çabucak yeniden kazandı ve birçok muharebeyi kaybetmiş olmasına rağmen, bugün gündem üzerinde kurduğu hakimiyet neredeyse Carson'dan önceki dönemde olduğu kadar büyüktür.
Yukarıda yazdıklarım başlıkla pek alakalı görünmüyor. Evet çünkü film eleştirisi olacaktı güya ama okuduğum kitaptaki hikayeyi anlatınca öyle giriş yaptım. The Insider, Türkçe'ye Köstebek diye çevrilmiş film 1999 yılında başrolünde Al Pacino ve Russell Crowe'un oynadığı yukarıda anlattığım gibi şirket hegemonyasını anlatıyor. Kapitalizmin baskıyla insanları yok etmeye sindirmeye, medyayı denetim altına almaya çalışmayı, baskıya dayanamayan korkakları, baskıya rağmen özgür kalmaya çalışan cesur yüreklileri anlatan bir film. Filmin biraz uzun olması sıkabilir onun dışında izlenmesi gereken güzel bir film. Bölge savcısının şirket avukatını azarladığı sahnede oturduğunuz yerde siz de coşuyorsunuz. Al Pacino'nun CBS'deki arkadaşları ile münakaşası ve harika oyunculuğu, Russell'ın a beatiful mind'ını konuşturması ve film müzikleri harikulade. Bu arada Crash filmi aynı soundtrack'leri kullanmış hafızam yamultmuyorsa(ya da başka bir film miydi?) Film notum:9
25.12.2011
Çocuklar Ağladığında
küçük çocuk, kuru, ağlayan gözlerin
içinde hissettiğin korkuyu nasıl anlatabilirim
insanın insanı öldürdüğü ve kimsenin nedeni bilmediği
bu kötü dünyaya doğduğun için
neye döndük, ne yaptığımıza bir bak
yok ettiğimiz herşeyi sen yeniden yapmak zorundasın
çocuklar ağladığında denediğimizi anlat
çocuklar şarkı söylediğinde yeni dünya başlayacak
küçük çocuk, yolu göstermelisin
bütün gençlere daha iyi bir gün için
bu dünyaya doğduğun için görmeye
aşk ve barış içinde yaşayabileceğini hepimizin
ne başkan kalacak, ne savaş
tanrının altında tek, birlik dünya
White Lion-When The Children Cry
Groundhog Day
En yoğun olduğum dönemde can sıkıntım da tavan yapıyor. Bu yüzden filme diziye verdim bir nevi. Groundhog Day 93 yapımı başrolünde Bill Murray'in oynadığı bir komedi filmi. imdb'de yüksek bir rate almasına rağmen izlememiştim şimdiye dek. Groundhog day Amerika'da ve Kanada'da 2 Şubat'ta kutlanan bizdeki Nevruz benzeri geleneksel bir gün. Huysuz aksi karakterimizin bugünü somehow tekrar tekrar yaşamak zorunda kalışı esprili bir şekilde sunuluyor. Sıradışı bir senaryo ve ince esprileri ile güzel bir film. Arka plandaki fon "Herşey kendinle başlar, sevgi de nefret de". Kısaca güzel izlenesi film. Film notum :8
22.12.2011
Kar Kışa Özlem
Kar kışa fırtınaya özlem duyulur mu? Duyulur hem de nasıl. Hep nerde o eski bayramlar derler ya, ben de sanırım nerde o eski kışlar diyecem. Küresel ısınmanın müsebbibi olduğu light bir şekilde yağan, havada iken eriyen karın yerine, lapa lapa yağan karı özledim. Diz boyu yağan ve günlerce yerde kalan karı özledim. Karda yürürken gıcırt gıcırt çıkan sesi özledim. Bir de lapa lapa yağarken, kafayı göğe sonsuzluğa dikip "güzelliği" sonsuzluğu izlemeyi özledim. Ayrı bir güzelliktir kış, monochrome'dan coşkuya bir köprüdür benim için.
8.12.2011
Kirli Oyun ve İkiyüzlü UEFA
21.10.2011
4.04.2011
Böcekler
17.02.2011
Yeni Bir Ev
Lisedeki özgürlüğü yaşadıktan sonra üniversitede yine ailemle aynı şehirde olmama rağmen eve karşı biraz da okula yakın olsun bahanesi üreterek arkadaşlarımla birlikte evde kaldım. Okulu uzatınca ise son senede devlet babanın krediyi kesmesiyle ister istemez eve dönmek zorunda kaldım. Okulun son senesi, iş arama ve işten sonraki ilk 2 ayı hesaplayınca yaklaşık bir buçuk yıl boyunca evde kalırken hep aklımda kendi evime çıkmak vardı. Ne zamanki işe girdim ve bunu hayata geçirecek oldum anne ve babım verdiği tepki şaşırtıcıydı. Annem "gidersen bi daha evime gelme"ye kadar vardırırken babam etmediği lafı bırakmıyordu. Ben tabi kararından kolay kolay vazgeçmeyen bi tip olarak çıktım gittim. Ertesi hafta aram düzelmişti anne-babamla :)
25 yaşındaki bi insanın anne-babasından ayrı oturmak istemesinin bu kadar tepkiyle karşılanması bana inanılmaz şaşırtıcı geldi önce. Ama sonra bir baktım ki benim sülalemde bunu yapan yok ki çok geniş bi akraba çevrem vardır. Yani bana çok sıradan gözüken bir şey onlar için tabuydu ve yıkılıyordu. Daha önce olgunlaşamama üzerine diye yazmıştım. Anne-babam hep onun mutlak sebebi olacak kişiler oldular ve ben de hep onlara karşı çıktım, kendi bildiğimi yaptım. Hiç pişmanlık da hissetmiyorum. Madem onlar düşünerek fikirlerinde yenilenmeye gitmiyorlar, o halde zorla öğreneceklerdi. Hala da zorla öğrenmekte ısrar ederler. Onun için de kırılmalar, üzülmeler çok olacaktır. Ancak onları defalarca kırmasaydım ben de ben olamayacaktım.
Şimdi evim darmadağınık, hep hazır yemek yiyorum, yeterince düzen falan yok. Bir ara toparlarım herhalde. Ama benim kafa daha rahat be aga.
4.02.2011
Batan Meseleler #2
16.01.2011
Olgunlaşamama Üzerine
Ebeveynler çocuklarını korumacı şekilde değil kendi ayakları üzerinde durmasını bilebilcek şekilde yetiştirmelidirler. Çünkü eğer sürekli koruyarak, her işini yöneterek ve onun üzerine hiç sorumluk vermeden yetiştirirlerse sonunda çocuk -daha doğrusu artık yetişkin- kendi ayakları üzerinde durması gereken yaşa geldiğinde karşısına çıkacak problemleri daha önceden yüzleşmediği için tanımayacak, çok uzun yıllar boyunca başkaları tarafından halledildiğinden nasıl çözeceğine dair fikri olmayacak ve meselerinde kendi iradesi ile çok başlılığa izin verdiğinden sağlıklı çözümlere de kavuşamayacaktır.
Özellikle anneler içlerinde doğuştan var olan korumacı içgüdülerini akılları ve gözlemleri ile harmanlamaz ve sadece onların direktiflerine göre hareket ederse çocuğunun gelişimine yarardan çok zarar verecektir. Bu noktada çocuğun karakteri de önemlidir. Eğer bunu olduğu gibi kabul edecek sinmiş bir karakteri varsa tam olgunlaşamamış olarak hayata başlamaya mahkum kalacaktır. Yok, eğer buna direnir ve kendi hayatını kendi karakteri ile yaşamaya karar verirse o zaman hayatta atacağı adımlar daha sağlam, kendine güveni daha bir yüksek ve içi karmaşa dolu değil daha bir huzurlu olacaktır. Elbette hayatta her şeyde olduğu gibi bu mesele de siyah ve beyazlar yoktur ve esas mesele grinin ne kadar koyu ya da ne kadar açık tonu üzerine kurulu olduğudur.
Grinin açık tonunda kalan kişinin yaşamı, işi, evliliği ve her türlü ayrıntısında hala ebeveyni etkilidir ve onun eksikliğini hissettiği yerlerde ebeveyninin yerini dolduracak başka insanlar arar. Bunun neticesinde yaşam süreci hep problemli ve karmaşıktır. Sağlam adımları atmaya cesareti yoktur, zira bunu öğrenmemeiştir. Bu adımları ise en yakını olsa dahi onu tam olarak asla bilemeyecek başkalarının eline bırakmak zorunda kalacaktır. Bu durumda da yaşadığı kendi hayatı olamayacaktır. Aslında olacaktır ama ne istediği gibi ne de tam olarak özgür! Yaş ilerledikçe bunun etkileri ister istemez azalacak olsa da geçmişini ve alışkanlıklarını hem hayatından hem psikolojisinden kesip atmak hiç de kolay olmasa gerek…