Sabah işe geldiğimde her zamanki gibi güne spor haberleriyle başladım.Ntvspor'da Milli takımın Guus Hiddink'le anlaştığı yazılmıştı. Medyada uzun süredir gündemde olan isimdi aslında.İsim Hiddink olunca ister istemez tereddüt ediyor insan, doğrusu çok da inandırıcı da gelmedi. Ta ki durumun ciddi olduğunu anlayana kadar. Sonra birçok haber sitesinde manşetten duyuruldu, ama iş resmiyete dökülmeden yine temkinli davranmaya çalıştım. Hiddink'in Türkiye'ye geleceğini hiç düşünmezdim, çünkü daha önce burda kısa bir deneyim yaşamış ve bu deneyimi de pek tatsız bitmişti. Belki de bu tatsız filmi iyi sonlandırmak isteği buraya gelmesi için bir sebep teşkil etmiştir. Şimdi klasikleşmiş olan geçmişe bir göz atalım.
Guus Hiddink 8 Kasım 1946 doğumlu, futbol hayatı teknik adamlık kariyerinin gölgesinde kalanlardandır. Futbol kariyeri çoğunlukla De Graafschap takımında geçmiş, bu kulüpte futbola başlayıp sonra PSV'nin de içinde olduğu birkaç kulüp değiştirip başladığı yerde aktif futbolculuğunu noktalamıştır. 1982'de De Graafschap kulübünde antrenörlük yapmaya başlamış, sonra 1984-1990 yılları arasında PSV'de önce yardımcı antrenörlük yapıp sonra kulübün teknik patronu olmuştur. 1987-1990 yılları arasında PSV takımını yüzde 68.93'lük gibi bir kazanma oranı ile 3 yıl şampiyon yapıyor, ayrıca 1988'de kulübünü Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonu yapma başarısını gösteriyor. O dönemde Hiddink tüm Avrupa'da büyük bir saygınlık kazanıyor. Sonra Fenerbahçe kulübü büyük bir başarıyla Hiddink'i kulübün başına getiriyor. İki sezon kulübü çalıştıran Todor Veselinoviç ile yollar ayrılıyor ve Fenerde yeni bir dönem başlıyor. Fenere gelişini daha sonra Hiddink kendi kitabında şu cümlelerle anlatıyor :
" PSV ile yolları ayırdıktan sonra Fenerbahçe yöneticileri ile Düsseldorf’ta buluştuk. Belçika’dan Mechelen de beni istemişti, ancak Fenerbahçe’nin İstanbul’daki 4 maçını izledikten sonra çok etkilendim. PSV’den 250 bin mark alıyordum. Başkan Metin Aşık 800 bin mark ödemeyi kabul edince zaten teklifi geri çeviremezdim. Ayrıca bana boğaz manzaralı bir villa tahsis ettiler. Villada 2 misafir odası, 2 banyo, 6 yatak odası, yüzme havuzu ve bahçede tenis kortu vardı. Bunun yanısıra lüks bir otomobil ve Hollanda’ya gidiş-dönüş bir çok uçak bileti vardı. Herşey dört dörtlüktü. Para işleri için komşum Frits Pauw’u getirdim. Kontratımızı noterin tasdik etmesi gerekiyordu. Bize “Noter Galatasaraylı olsun ki, bir sorun yaşadığınızda sizin hakkınızı seve seve korusun ve paranızı alsın'' dediler. Ezeli rekabetle böylece tanıştım..." Fenerde çok kötü bir hazırlık dönemini geçirdikten sonra ligdeki ilk maçı olan Aydınspor karşısına çıkıyor. Aydınspor 1. lige ilk kez çıkmış bir takım ve maç Kadıköy'de. Bu maça Rıdvan, Aykut, Semih Yuvakuran, Schumacher'siz çıkan Fener galibiyetten yine emin gibiydi. Maçın hakemi Erman Toroğlu ve Fener bu maçta lig tarihinin en ağır mağlubiyetini alıyor 6-1. Bu maçın etkisini sezon sonuna kadar da hissettiler. Ertesi gün basında neler olup bittiğini tahmin etmek çok zor olmasa gerek, sonraki gün Milliyet'te Şansal Büyüka maç değerlendirmesinde, "Hiddink'le bu iş yürümez..." başlığı ile
"Daha ilk günden kişisel bir kanımız var: fenerbahçe hiddink’le yürümez. Hele 3-5-2 ile hiç yürümez.....
Kim, kimi yaratmış acaba? Van Breukelen, Gerets, Koeman, Lerby, Vanenburg, Romario, Gilhaus, Van Aerla gibi dünyanın en büyük yıldızlarının olduğu takım mı Hiddink i yoksa Hiddink mi bu takımı yarattı? Bu PSV’yi kim çalıştırsa fazla bir şey değişmeyecek. Hiddink in kafasıyla Fenerbahçe hiçbir iş yapmaz..." Daha ilk maçta ağır bir yenilgi ve tabi sabırsız insaınımız dengesiz tepkisi Hiddink'i epey sarsmıştır. Sonraki dönemde bu durumu
"Otobüsün perdelerini kapattık ve ölüm sessizliğine boğulduk" diye ifade eder. Tabi bu durum o zamandan bu zamana spor yazarlarında da büyük bir çağ atlayışın ibretlik örneği, en azından şimdi 5-6 hafta sabrediliyor. Fener o sezon savunmasında büyük zaaflar yaşıyor ve tarihinin en kötü sezonunu yaşıyor, Trabzonspor'a 3-0 yenilince ligin bitimine 8 hafta kala Hiddink'le yollar ayrılıyor. Sonra Hiddink sırasıyla Valencia(1991-1994), Hollanda Milli Takımı(1994-1998), Real Madrid(1998-1999), Real Betis(2000),Güney Kore(2000-2002),PSV(2002-2006), Avusturalya(2005-2006) ve Rusya(2006-2010) çalıştırıyor. İki Real dışında gittiği tüm takımlarda da çok olumlu izler bırakıyor. Hiddink gittiği her klüpte babacan tavırlarından ötürü futbolcular tarafından çok sevilmiştir, ayrıca başarısından dolayı taraftarlar da deyim yerindeyse bağrına basmıştır. Ona özel tezahüratlar yapmışlardır. Geçen sezon Avram Grant yerine geçici olarak Chelsea'yi çalıştırırken efsaneleşen Barcelona'ya ecel terlerini döktürdü ve kesinlikle turu hakketti ancak bir son dakika golü ile elenmişti. Chelsea'den ayrılırken başta Drogba, Lampard ve Terry olmak üzere tüm futbolcular gitmemesi yönünde istek ve açıklamalarda bulunmuşlardı. Yine Rusya'ya üst düzey bir başarı kazandırmasına rağmen Dünya kupası play-off'larda Slovenya gibi bir vasat takıma elenmesine karşın, taraftar birçok eleştiriye rağmen Hiddink'in gitmemesi için çeşitli kampanyalar düzenledi hatta bu amaçla özel siteler yaptılar.
Neyse gelelim Türkiye'ye. Bana göre bu sezon artık futbolumuzda yeni bir dönem başlamıştır. Önce sezon başında Frank Rijkaard getirildi, şimdi Hiddink. Eğer sabredersek kesinlikle çok iyi olacağına inanıyorum, açıkçası daha önce hiç bu kadar iddialı da olmamıştım. Ama bu topraklar birçok garipliklerle karşılaşmış, akıl mantıkla izah edilemeyen türden. Tarihinin en şanlı sezonunu yaşatan ve en iyi futbolunu oynatan Zico bir çırpıda kovuldu, Del Bosque gibi bir adama sadece birkaç hafta sabredildi. Hiddink'i isteyen belki de kendilerine geleceklerine bile inanmayan dünya devleri Juventus, Milan, Livepool(telegraph'ın haberine göre) gibi takımlar varken milli takıma getirilmesi kim ne derse desin TFF adına büyük bir başarı, bu yüzden kendilerine içten bir teşekkürlerimi sunuyorum. Şimdi biz futbolseverlere düşen sonuna kadar desteklemek, evet belki EURO 2012'ye bile gidemeyecez ama bundan emin olabiliriz, gitmememiz tamamen şansızlık olacak, gitmemiz de şans eseri olmayacak ve milli takım bir kişiliğe bürünecek. Burası çok önemli, çünkü bizim takımdan daha dengesiz takım da yeryüzünde yok herhalde, ne zaman ne olacağını tahmin etmek olanaksız. Ezcümle diyeceğim o ki milli takıma bu işin piri, bir futbol profesörü getirilmiş bulunmaktadır. Umarım bunun keyfini fazlasıyla yaşarız.
Çok uzattım biliyorum ama FourFourTwo'da Hiddink'le yapılmış bir röportajı da paylaşmak istiyorum.
Is there any formation you feel is more efficient than the rest?4-4-2, 3-5-2, 4-3-3… whatever formation you end up playing, for me it is always a question of what you do as a team and, as a consequence, how individuals interact: what position you take when you have the ball, your first intention when you’re in possession. These are the key elements for a football team, not formation as such.
So, do you fit players to formations, or formations to the players?For sure, the formation I use depends on the players I have. If I play with one striker it doesn’t mean I prefer one striker. If I have three good strikers I’ll try to use them all.
How and when do you decide to play three or four at the back?It depends on the opponent – and then on the defenders and their habits. If, for example, as youngsters they were used to playing three at the back, it can be hard for them to fit into four at the back.
For some players it really is a big problem to change from one formation to another. You have to be very careful if you want to change things radically, especially with the national team – when you don’t really have enough time to practise a lot or teach them how to play differently from what they’ve been used to playing at their clubs.
At PSV in 2005, you gambled against Milan in the Champions League semi-final second leg. Gordon Strachan said that display was as tactically brave as he’d seen. You almost played without a left-back at times. What are your memories of that game?It was a fantastic game. I changed the formation a little bit when we played them again in the group stage of the following campaign a couple of months later. I put the youngsters in. One of them – Ismael Aissati – was only 17 years old, and he did very well. You shouldn’t be afraid to bring in youngsters. If a player is well prepared technically and physically, don’t be afraid to field him just because of his age. You must show players you are confident in them.
Which players that you’ve worked with have impressed you most in terms of pure talent?There are several. Predrag Mijatovic was very talented, and Dennis Bergkamp. But the most interesting player I’ve worked with is Romário. He was the kind of guy who scored goals easily and always promised to score. Before crucial matches, when you’re a little bit nervous, he’d come to me and say: “Coach, tranqilo [relax]. Romário will score, and we will win.” And he would. Not every time, but in eight out of ten games like that he’d score the winner.
And in their application and hard work?All the Koreans – but even more so Jaap Stam was very committed, and Philip Cocu was quite perfect. I think he’ll become an outstanding coach. A third one is Alex during my PSV times.
What disappoints you most in a player?When a player isn’t real in the game. For example if he makes a lot of fast movement but doesn’t receive a pass – and starts blaming the other players for mistakes they’ve made. I have some names in my head. These players think they are much better than they really are. That’s what disappoints me.
Which coaches did you look up to?Ernst Happel. I met him a few times. He was very demanding of his players and yet very friendly with them at the same time. He was a very good person. Players liked to work with him, and practically all the teams he coached enjoyed success.
No Dutch side has made an impact in Europe since PSV in 2005. Why do you think that is?We have less quality at the moment. At Ajax and Feyenoord, no big players have been brought through in recent years. There are some gifted players, but not enough to have success in the Champions League. If we work hard on an educational level, the good times will come back.
You have coached at three World Cups. What are your best memories?I had a terrific Netherlands team at France 98. They played football that was recognised around the world. I enjoyed working with them. Then, in 2002, I had a miraculous Korean team. Our year of very tough training paid off. Australia was a specific case. When I got there, they had no confidence whatsoever, they were totally down.
Australians are normally totally different, a fighting nation, but I found no confidence in the team. So I challenged them. Mark Viduka said to me: “Coach, why are you doing this? You could spoil your reputation.” I said that if he didn’t start working hard right then, he’d spoil his own reputation, not mine.