29.10.2024

Yume (1990)

Japon ve dünya sinemasının en önemli figürlerinden biri olan Akira Kurosawa'nın 'Yume', yani Türkçe ismiyle 'Rüyalar' filmi, isminden de anlaşılacağı gibi rüyaları konu ediniyor. Filmde, her biri kısa öykü tadında, ilginç birkaç kısa film izliyoruz. Ikisi hariç, tümü Kurosawa’nın korkularını ve dramlarını ele alıyor. Her bir öyküde, izleyiciye güzel mesajlar sunuluyor. 'The Tunnel' ve 'The Blizzard' sanırım en sevdiğim iki öyküsü oldu, ancak hepsini bir solukta izlemek istiyor insan.

Film, bana insanların aslında ne kadar benzer olduğunu düşündürdü; kültürümüz, dilimiz, inançlarımız, coğrafyamız farklı olsa da, korkularımız, kaygılarımız, sevinçlerimiz, hayallerimiz ve rüyalarımız birbirine ne kadar da benziyor. 'The Tunnel'ı izlerken, çocukluğumda büyük büyük babaannemin anlattığı cihan harbi ve kurtuluş mücadelesi hikayeleri, şehitlikler üzerine anlatilan rüyalar ve öyküler aklıma geldi.

Film notum: 8/10.

21.10.2024

Perfect Days (2023)

'Perfect Days', ünlü Alman yönetmen Wim Wenders’in yönettiği bir Tokyo filmi. Wenders’in belgesel-film tarzında sevdiğim yapımlarından biri olan 'The Salt of the Earth' gibi, bu filmde de çok az diyalog var, ancak karakter odaklı olması açısından ondan oldukça farklı. Film, 50’lerinin sonlarında ya da 60’larının başlarında gibi görünen, tuvalet temizlikçisi Hirayama’nın hayatına odaklanıyor.

Hirayama her gün aynı rutinle güne başlıyor: Sabah çok erken kalkıyor, kahvesini alıp arabasına biniyor ve Tokyo’nun çeşitli yerlerindeki tuvaletleri temizlemeye gidiyor. Ama ne temizlik! Adam, bu işi adeta aşkla yapıyor. Günün sonunda ise bir onsen’e gidip güzelce yıkanıyor, ardından bir bara uğrayıp akşam yemeğini yiyor ve en sonunda yalnız yaşadığı iki katlı, sade ama eski evine dönüp biraz kitap okuduktan sonra uyuyor. Bu arada arabasında sürekli 70'lerden güzel müzikler, Rolling Stones, The Kinks, Van Morrison gibi isimleri kasetlerden dinliyor.

Hirayama'nın hayatı dışarıdan sıradan görünebilir, ancak derinlere indikçe çok daha katmanlı biri olduğunu fark ediyoruz. Entelektüel bir yapısı var, sanatı ve okumayı seviyor. Hayatı yaşamış, insanlara ve çevresine bakarak huzur bulan biri. Ağaca, güneşe gülümseyerek bakışı, onu adeta 'Ferrarisini tuvalet işine satmış' biri gibi gösteriyor. Zaten yaşadığı semt de Tokyo’nun en pahalı bölgelerinden biri (tabi izleyici bilmiyor, ben biliyorum ;)). Filmin ikinci yarısında evinden kaçan yeğeni yanına gelince, Hirayama’nın geçmişte ailesiyle sorunlar yaşadığını ve kendisini izole ettiğini anlıyoruz. Sonradan gözyaşlarına boğulması, karakterimizin büyük bir derdi olduğunu açıkça gösteriyor.

Film, başı sonu belli olmayan bir hayatın tam ortasında, kıyıda köşede kalmış bir karakter üzerinden bize aslında hayatı sorgulatıyor. Yalnız yaşayan, ailesiyle arasında binlerce kilometre mesafe koymuş biri olarak, bu hikaye beni derinden etkiledi. Özellikle gecenin sessizliğiyle izleyince adeta bir bıçak gibi hissettim. Aslında bu film hakkında yazacak çok şey var ama yarın sabah iş var, bu yüzden burada yazımı sonlandırmam gerekiyor. Bu oldukça rahatsız edici ama bir o kadar da düşündürücü filmi izlemenizi tavsiye ederim. İlginç bir hikaye sunuyor.

Film Oscar’a aday gösterilmiş ve birçok uluslararası ödül kazanmış. Başroldeki Koji Yakusho’yu daha önce 'Tanpopo'dan hatırlıyoruz, orada genç ve bambaşka bir karakterdi. Bu filmde ise muhteşem bir oyunculuk sergilemiş ve vermek istediklerini seyirciye başarıyla aktarmış. Bence film, bize bir anlamda ayna tutuyor. Film notum: 7/10.

19.10.2024

Cha no aji (2004)

Dün gece, Oya ile birlikte izleme niyetiyle başladık, ama o daha filmin başlarında uyudu. Zaten saat de hayli geç olmuştu. Bugün, bu saatlerde filmi tamamladım. Japonya'nın neredeyse her köşesini gezmiş ve özellikle kırsal bölgelerine hayran biri olarak, filmin sunduğu görselliği beğenmemek mümkün değil. Doğa manzaraları gerçekten büyüleyici.. Filmde birçok soyut öğe kullanılmış, müzikleri ve doğanın güzellikleriyle birleşince ortaya mistik bir hava çıkmış. Kafası biraz 'kırık' tipler, kawaii çocuklar, sıradışı Japon karakterler, harika doğa manzaraları ve tuhaf ama etkileyici bir müzikle birleşen film, naif, eğlenceli, huzurlu ve dingin bir yapıya bürünmüş. Filmi biraz da, çok sevdiğim Emir Kusturica’nın 'Arizona Dream'ine benzettim. Paralel evrendeki Japon versiyonu diyelim. Zaten Japonya da başlı başına bir paralel evren sayılır.

Filmin Türkçe'ye çevrilen ismi 'Çayın Tadı'. İzledikten sonra insanda, bir fincan çay içtikten sonra gelen o huzurlu his gibi farklı bir dinginlik bırakıyor. Film notum: 7/10.