9.08.2012

Yine mi Elendik!??


Londra Olimiyatları’nı henüz geride bıraktık. Birçok kişi neden bu kadar az madalya alabiliyoruz diye şaşırmakla meşgul. “Neden bu kadar başarısızız?” sorusu oldukça önemli ancak ben ona geçmeden önce biraz da eğlenceli bulduğum her elenen sporcudan sonra “Hayret bu da elendi!” tepkisine değinmek istiyorum. Ülkemizde çok sevilen ve belki de dünyanın en sürprize açık sporu olan futbolu bir kenara bırakırsak, çoğu dalda sporcuların yapabileceği dereceler bellidir ve kısa bir zaman diliminde onun üzerine sınırlı miktarda çıkabilirler. Somut örnekten yola çıkarsak Türkiye rekorlarını elinde tutan yüzücülerimizin rekor dereceleri dahi yarı final bile yüzmeye yeterli değil. Yani zaten olacak olan madalya almaları değil de çabucak elenmeleriydi ve nitekim öyle de oldu. Biraz genelleştirirsek, olimpiyatlara giderken madalya beklentisi olan sporcular bellidir ve izleyicilerin yarışları bunun bilincinde izlemeleri daha anlamlı ya da en azından yanıltıcı olmayandır diyelim.

Peki, neden başarısızız? Sonuçta Çinlilerin futbola olduğu gibi genetik bir yeteneksizliğimiz yok! Hadi diyelim ki birkaç branşı beceremiyoruz, yine de geriye yığınla branş kalıyor. Toplu olarak bakarsak, güreş, halter ve boksun-ki bokstaki iddiamız tartışılır- haricindeki bireysel sporlarda ya çok az sporcu ile temsil ediliyoruz ya da iddialı sporcu sayımız oldukça az.

İddialı sporcu sayısının az olmasının en büyük nedeni sporcuların seçildiği sporcu havuzunun küçüklüğü ve bunun doğal soncu olarak rekabet ortamının olmaması. Örneğin sporda belirli bir başarı grafiği olan Almanya’da her üç kişiden biri spor kulüplerine üyeyken(27,5 milyon), Türkiye’de lisanslı sporcu sayısı 2 milyon 900 bin ve bunların yalnızca 700 bini(nüfusun %1’i civarında seyrediyor) aktif olarak spor yapıyor.

Şurası açık ki bu havuzun büyütülmesi gerekiyor. Spora başlama ve temel eğitimin alındığı dönem çocukların ve gençlerin eğitim yılları ile çakışıyor. Buradan çıkan kaçınılmaz sonuç eğitim spor birlikteliğinin sağlanması gerekliliği. Ancak hepimiz biliyoruz ki spor yapmak ya spor yapanların kendileri ve/veya aileleri tarafından eğitime engel olarak görülüyor ya da eğitim sisteminin doğal bir sonucu olarak spor yapmak okullarımızda fazla kabul görmüyor. Demek ki spor için ülke olarak bazı atılımlar yapılması gerekirken bunun yanında ailelerin ve eğitim merkezlerinin önyargısını da kırmak gerekiyor.

Durumu basitçe ifade edersek çocukların ilköğretim çağında spora başlamaları ve gençlik çağında da devam etmeleri gerekli ve yine bunun basit çözümü de her çocuğun eğitimi sırasında spor yapması. Daha derli toplu bir ifadeyle eğitime yön verenler tarafından her öğrencinin eğitimi sırasında zorunlu olarak en az bir spora yönlendirilmesi, bunu da spor federasyonlarının desteğiyle öğrencinin yeteneklerine uygun olarak gerçekleştirmesi bu sorunu kökünden çözecektir. Tabi ki bu spor eğitimi haftada iki saat yapmacık olarak verilen beden eğitimi dersleriyle değil tüm haftaya yayılan ve diğer derslerle birlikte düzenli bir şekilde programlanmış olarak gerçekleştirilmeli. Bunun yanında düzenli yarışmalarla rekabet ortamı kurularak üst düzey sporcuların yetiştirilmesi için gerekli ortam sağlanmış olacaktır.

Bitirirken 100 metre engelli dalında Nevin Yanıt ile birlikte final koşan sporculardan Avusturyalı Beate Schrott’un bir tıp öğrencisi iken Türkiye’de üniversiteye devam eden sporcuların neredeyse tamamının Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu bölümlerinde ve yine bunların büyük kısmının bu bölümlere uluslar arası başarılar sayesinde yerleştirildiğini hatırlatmak isterim. Yalnızca bu bile neden sporda sınırlı başarımız olduğunu ve bundan daha iyisinin kalıcı olarak olamayacağını açıklamaya yetecektir. Bunu çözdükten sonra  baskı, altyapı yetersizliği veya “Derya Büyükuncu” gibi detaylarda hep birlikte rahatça boğulabiliriz.

2 yorum:

ahmet tolga dedi ki...

Olimpiyatlar halen devam ediyor diye biliyorum. 1500 metre içimize biraz olsun su serpmedi degil, tabi diger basarisizliklar icin uzun sure "neden" diye sorulmali.

Esas sorunu her ne kadar sporcularin secildigi havuza baglamıs olsan da, ben "bireysel gelisim" kavramının içinin boslugunun spordaki yansimasi olarak goruyorum durumu, yani "kesfedilememis ussain bolt durumu" dan cok "bir ussain bolt yetistireme/yetismemesi" durumu...

Turkiyenin toplum olarak adım atmasi ve degerlerini gozden gecirmesi gerekiyor...

Del Piero dedi ki...

Yeteneksizlik yok elbette, belirttiğin tespitlerde de sonuna kadar haklısın. Ancak Tolga'nın belirttiği eğit(e)meme de çok önemli bir sorun. Hani bize ilkokul birden eğitim hayatımızın sonuna kadar üç tarafı denizlerle kaplı, içinden bol ırmaklar akan, bi sürü göl içeren şu cennet vatan denir ya, bu cennet vatanda suya koysan kimi bir kaçı dışında muhtemelen boğulur. Almanya'dan örnek verdin madem, Almanya'da yüzme bilen sayısı Türkiye'deki yüzme bilmeyen sayısı ile eşitmiş. Ulan bu kadar su var madem ülkede, nasıl olur da yüzme oranı bu kadar düşük olabiliyor. Şu cennet vatan ile başlayan o hayat bilgisi nutkuna bakılınca halbuki, yüzme olimpiyatlarını bizim domine etmemiz gerekiyordu. Eğitimsizlik, eğitememe temel sorunumuz galiba.