22.07.2012

As Good as It Gets



As Good as It Gets izlemeyen var mı hala bilmiyorum ama Jack Nicholson'un muhteşem oyunculuğunun oscar'la taçlandırdığı, film bitiminde arkana yaslanıp mutluluğu soluyacağın filmlerden biridir. Film, kaldırım taşlarının çizgilerine basmamaya dikkat eden, kapısını 5 defa kitleyip öylece emin olabilen, restorana plastik çatal bıçak götürücek kadar takıntılı, obsessive-compulsive hastalığından muzdarip Melvin Udall karakteri ile oğlunun hastalığından ötürü kendisini fazlasıyla ihmal etmiş dul kadın Carol karakterleri etrafında dönüyor genel olarak. Bunlar dışında gay komşu ve sevimli köpeği filmin ana karakterlerini oluşturuyor. Filmin diyalogları o kadar güzel ki zamanın tükenip filmin bitişine şaşarsınız. Zaman zaman kahkaha attırıyor zaman zaman da naifliğin, romantizmin en saf haline tanık oluyorsunuz. Filmi izlemeyip izlemeyi düşünenler varsa(ki izleyin mutlaka) bundan gerisini okumasınlar, özellikle hoşuma giden birkaç diyaloğu buraya taşıyorum.
Film notum:8

                                                 --------------------------------------

Melvin her zamanki restoranına gider ama her zamanki oturduğu yerde bir çift mecazi cümlelerle sohbet ediyorlar.
Melvin : Bence mecazi konuşan insanlar kasıklarımı şampuanla yıkamalı

Paldır küldür psikiyatri odasına dalınca, tüm gözler ona çevriliyor ve kısa bir duraklamadan sonra
Melvin : What if this is as good as it gets? (Ya elimden gelenin en iyisi buysa)

Dexter'ın Rita'sı filmde Melvin'e hayran bir genç kız rolünde ve soruyor:
kız: Nasıl olabiliyor da kadınları bu kadar iyi yazabiliyorsunuz?
Melvin: Bir erkeği düşünüyorum, sonra da mantık ve sorumluluğu çıkarıyorum.

Gay komşusu ağlayıp sızlarken
Melvin: Nonoşum, sen depresyonun yüz karasısın

Carol ve gay Simon'u tanıştırırken
Melvin: Carol the waitress, Simon the fag (Garson Carol ve ibne Simon)

Carol, iltifat istiyor kendisinden.
Melvin: Nasıl desem bir hastalığım var. Doktorum, her zaman gittiğim psikolog, benzer vakaların yüzde 50-60' ının ilaçların faydasını gördüğünü söyler. Ben haplardan nefret ederim. Haplar gerçekten tehlikeli şeylerdir. Haplarla ilgili kullanabileceğim tek sözcük budur: Nefret. İltifatıma gelince bana gelip "asla" dediğin o gece, ertesi sabah hapları kullanmaya başladım.
Carol: Bunun neresi bana iltifat onu pek anlamadım?
Melvin: Daha iyi bir adam olabilmeyi arzulatıyorsun bana

19.07.2012

cehenneme kadar yolun var!

İlginç bir müzik dinleme stilim var. Sevdiğim bir parçayı defalarca dinlerim. Bir keresinde beytepe'de kulaklığı taktım, erzurum'a kadar aynı şarkıyı 35-40 defa dinledim. Aşağıdaki şarkı da bu aralar sık dinlediklerimden. Ses harika, böyle buğulu seslere bayılırım. Benzer sese ikinci bir örnek olarak da şunu verebilirim. Yerli müzikten son zamanlarda popüler olan mehmet erdem akla gelenlerden.


15.07.2012

Yeni Eşiklere!



Üniversiteye başladığımda ilk günlerde hazırlık okuyoruz, hoca yaşımızı sordu, sırayla söylüyoruz. Yanımdaki kız 20 demişti hiç unutmuyorum. O an bana ne kadar büyük gelmişti. Altı üstü aramızda 2 yaş farkı vardı ama artık 20'nin görkemi miydi neydi bilmiyorum, kıza nasıl hitap etmem gerektiğini düşünüyordum kafamda :) 20 bir eşiktir diyordum, 20'yi aşınca bu sefer 25'ten sonra artık gerçekten büyümüş eşşek kadar adam olursun derdim. Büyüdük eşşek kadar adam olduk artık. Yeni eşiklere yelken açtık gün itibari ile.

                            

                            

13.07.2012

Fringe #2



Dizi izlemek zahmetli iştir. Bir kere sürekli arkası var. Sadakat ister dizi. Hele bölümler bağlantılı ise baştan sona izlemen gerekir. Çok zaman alıcı bir aktivite, izleyeceksen bari iyisi olsun, değsin. Dizi-zaman olgusu hakkında burda Tolga son yorumda değinmiş.
Eskiden TV'de o an ne varsa onu izlerdik. Seçenek yoktu, yayındaki ile yetinirdik. Oysa şimdi internet vasıtasıyla istediğimiz diziyi izleyebiliriz. İster Amerika'da yayınlansın, ister Kore yapımı olsun isterse de başka uzak bir diyar, farketmiyor. Hal böyle olunca çok kaliteli diziler öne çıkıyor ve bunlar sadece kendi ülkelerinde değil tüm dünyada popüler oluyor. Bizim de takip edebildiğimiz dizi 3-5 tane ancak olur, ki bu bile fazla aslında. Konuyu fazla dağıtmadan asıl mevzu Fringe'e gelelim. Dizinin ilk iki sezonunu izledikten sonra kısa bir değerlendirme yapmıştım burda. 3. sezonunu 17. bölümüne kadar izledim ve bendeki kanı değişmedi. Güzel konular, vasat kurgu ve oyunculuklar. Herşeyi geçtim paralel evrenler vs. de tamam, ama ruh transferi ile sapıttılar tamamen. Tamam belki işin teorisi vardır, bakmadım bilmiyorum ama herifin ruhu başroldeki kadına girince kadın bir anda travesti gibi konuşmaya başladı ki ben de koptum. Zaten çok yapmacık geliyordu, bir de işe bu kabızlık hali girince indirdiğim tüm sezonları birden shift+delete ile uçurdum. Popüler bir dizi aslında ama hiç izlemediyseniz tavsiye etmem. Bunca çeşitlilikte bu kabzımallık çekilmez bana göre.

11.07.2012

Home sweet home!

Hayatı boyunca sürekli yer değiştirmiş, hiçbir yerde uzun süre kalmamış ve mekandan bağımsız/kopuk olduğunu iddia eden ben bile bazen böyle bir evim olsun da orda sabitleneyim diye düşünüyorum. Ev dedik de bir evde en sevilesi iki yer, varsa bahçesi ve balkonu. Ne güzeldir böyle bir evde dostlarınla, sevdiklerinle çayını kahveni içeceksin ve sohbetten sohbete dalacaksın.








fotoğraflar

2.07.2012

Euro 2012 Okumaları #2



Del Piero yazmış 2012’den aklında kalanları da benim başım kel mi:

·         Madem İspanya finaldeki gibi dikine oynayabiliyordu o zaman ne diye soğuttu bizden kendini diye sorası geliyor. Biraz da bu sinirle maçı İtalya’nın almasını isterken ilk golde dikine öyle bir yardırdılar ki içimdeki İspanyol’u dışa vurup coştum bi anda. Ama o bir yana bu dikine hücumları neden daha az denediler final öncesi onu anlamlandıramıyorum.
·         Finale kadar catenaccio’dan vazgeçmiş takır takır top oynayan İtalya kupayı alsın isteyen çoktu; ama futbolda sahada oynanıyor ya işte -hadi son 30 dakikayı saymayalım- yine hak eden kazandı bence.
·         2008’teki İspanyol patlamasından sonra şöyle bi futbolcuların yaşlarına bakıp bunlar 2010’u rahat alırlar demiştim ama çok daha fazlasını yapacaklar gibi. Bu takımda en yaşlılardan Casillas 31, Xavi 32 ve Xabi Alonso 30 yaşında. Casillas’ın zaten 40’a kadar yolu var kaleci olarak. Xavi ise hızıyla oynayan bi adam olmadı hiçbir zaman bu nedenle 34 yaşında kondisyonu maçları kaldıracaktır. Xabi Alonso için ise henüz yaşlandı denemez. Geriye kalanların tamamı 20 küsürlü yaşlarda. 2014’ü almaları şu an gözüktüğü üzere futbolun doğrusu ama esas merak ettiğim Xavi bu takımdan eksildiği gün takımın kaybının büyük olup olmayacağı. Artık Barcelona Thiago’yu mu yetiştirir yeni birini mi çıkarır yoksa diziliş bi miktar değişirken tiki taka takır takır devam mı eder orası şimdilik muamma.
·         İngilizler başka acayip. Arkadaş kaç turnuvadır penaltılarda kaybediyorsun. Otur  araştır, çalışma falan yap ne bileyim.
·         Ben öyle her takımı takip etmediğimden acka keşfedebiliyorum da Dzagoev sağlam santrafor. Esas gol kralı olacak adam oydu ama erken kayboldu Ruslar.
·         Baros bitmiş. Bu adam bayadır bitikti de Çeklerde hiç mi forvet yok da her maç ilk 11 çıktı anlamıyorum. Hala Baros’u çok severim Galatasaray’da kalmasını isterim ama adam fiziken yok derecesinde.
·         Hollanda’da 2010’dan farklı olan ne diye sorunca cevap vermek kolay değil. Ama ortaya çıkan toblalar birbirinin tam tersi. Olay Van Bronckhorst’da değildi herhalde??
·         Lahmi, Schweinsteiger, Podolski ve Klose jenerasyonu 4 turnuvadır yarı final görüyor ama bir türlü mutlu sona ulaşamadı. Lider eksikliği mi acaba çektikleri? Muhtemelen. Tahminim bu genç ve sağlam kadro bir dört turnuva daha yarı final görür. Sanki Almanya için ilginç bi şeymiş gibi sallıyorum işte J
·         Ronaldo çok iyi de bireysel karizmayı hep önde tutmasının baskısı son vuruşlarda arızaya sebep oldu gibi. 

Euro 2012'nin Ardından



Koca bir futbol turnuvası bitti tek bir post atmamışız. Oysa 2010'da aynı maç için iki post attığımız bile oluyordu, hey gidi günler hey. Halbuki ne çok sevmiştik meşin yuvarlağı deyip romantik bir çıkış yapayım. Kendi adıma son bir yılda olanların beni futboldan soğuttuğunu söyleyebilirim. Eskisi gibi ilgi duymuyor, maç izleyemeyorum ama tabi ki yine önemli maçları kaçırmamaya çalışıyorum.

Bu turnuvaya dair kısa kısa düşüncelerimi kayıt altına alayım istedim.
  • İspanya turnuvaya bana göre iyi başlamadı, hatta finale kalmayacakmış gibi bir görüntü çizdi başta. Ama git gide performansını artırdı ve finalde de en iyi oyununu ortaya koyarak kusursuz bir performans gösterdi.
  • Turnuvanın en sempatik takımı İtalya'ydı şüphesiz. Keşke kupayı da kaldırsaydılar. Ondan sonra gelen ise yarı finalde İtalya'nın elediği turnuvaların artık bahtsız olmuş Almanları. Eskiden, "futbol 22 kişi ile oynanır sonunda Almanlar kazanır" denirdi. Son yıllarda hem şampiyonlar ligi hem de Avrupa ve Dünya kupalarından sonra artık futbol 22 kişi ile oynanır sonunda Almanlar kaybeder versiyonuna döndü. Bana göre finale kalsaydı Almanya, İspanya'yı döverek kupayı kaldırırlardı ama olmadı, nasip değilmiş.
  • Turnuvanın en büyük hayal kırıklığı tabi ki Hollanda. Son dünya kupasında final oynadıktan sonra turnuvadan 0 puanla elenmek büyük bir hayal kırıklığı.
  • Yazık oldu dediğim takım Hırvatistan'dır kesinlikle. Turnuvanın finalistlerinin olduğu gruba düşmeleri onlar adına şanssızlık. Yunanistan'ın Çek Cumhuriyeti'nin çeyrek oynadığı bir turnuvada onlar kesinlikle daha fazlasını hak etmişti.
  • Turnuvanın sürprizi bana göre Portekiz'di. İtalya da denebilir tabi ama İtalya'nın isim şanından her zaman bu tarz başarılar beklenir. Portekiz çok üst düzey bir başarı ortaya koydu, şampiyon İspanya bile ıkına ıkına penaltılardan ancak onları eledi yarı finalde.
  • Turnuvanın götü kalkan takımı Rusya'ydı sanırım. Gruplardaki takımlardan en iyisi biziz, süperiz filan derken gruptan çıkamamaları "büyük lokma ye ama büyük konuşma" nın tezahürüydü herhalde.
  • Turnuvanın en itici takımı Yunanistan. O boktan futbolları ile yine çeyrek final oynadılar ya, daha da bişey demeyeyim.
  • Turnuvanın en iyi teknik direktörü İtalya'nın Prandelli'siydi. Final maçında 3 değişiklik hakkını doldurduktan sonra sakatlanan Motta'nın çıkması ise şanssızlıktı onun adına. Kimse İtalya'dan bunu beklemezken, o İtalya'ya finale kadar turnuvanın en zevkli en güzel oyununu oynattı. Yeniköy kasabını da kutlamak lazım tabi. O da tarihe geçti ama en iyi ve en oturmuş kadronun da onun elinde olması onun şansıydı.
  • Turnuvanın en iyi oyuncusu...Tartışmasız Pirlo'ydu bana göre. Bir oyuncunun bir takım için bu kadar şey ifade ettiğini en son ne zaman görmüştüm biliyor musunuz? 2006 Dünya kupasında. O turnuvada Zidane Fransa için neyse bu turnuvada da Pirlo İtalya için öyleydi. Aslında ne çok da benzedi durumları. İkisi de kariyerinin son demlerini yaşıyordu. İkisi de finale taşıdı takımlarını. İkisi de çok konuşulan panenka usulü muhteşem penaltı attılar takımları adına. İkisi de finalde kaybettiler. İkisinin takımında da gözler hep onlarda, oyunun sıkıştığı zamanlarda dümene geçmeleri beklendi vs. vs.
  • Turnuvada göze batan golcü olmadı. İbo'nun İsveç'i iyi olsaydı her halde çok konuşulurdu ama o da tek başında ancak bu kadarını yapabiliyor. Ayrıca Pirlo dışında Iniesta çok iyiydi. Zarif hareketleri, çalımları ve paslarıyla klasını konuşturdu yine bücürük.
  • Turnuvanın en iyi hakemi bana göre bizim Cüneyt Çakır'dı. Tüm maçları izlemedim ama çeyrek final, yarı final ve final maçlarını gördükten sonra ondan daha iyi maç yöneten olmadı diye düşünüyorum. Üstelik tansiyonu yüksek bir maç da yönetti. Keşke ligde de bu kadar konsantrasyonlu iyi maçlar yönetse, keşke...
  • Turnuvanın 11'ine gelince. Kaleye Casillas'mı Bufffon mu seçsem bilemedim ama sanırım Casillas daha fazla hak etti. Buffon'a torpil geçmeyelim şimdi. Gerçi Casillas da en az Buffon kadar efendi adamdır, severim kendisini o da ayrı. Geri dörtlüye Lahm, Ramos, Pepe ve Balzaretti. Orta saha Ronalda, Ozil, Pirlo, Iniesta ve Silva. İleriye ise isim bulamadım :) Ama herhalde Torres olur herşeye rağmen. Ki bana göre İspanya'da onun oyun içerisinde olduğu zamanlarda İspanya daha atak, daha fazla pozisyona giren bir takım oluyor ama pek oynatılmadı. Ona rağmen gollerini atmaya devam etti Torres.
  • Turnuvayı piç edenlere gelince. Tabi ki Hikmet Karaman ve Ömer Üründül. Hikmek Karaman turnuva boyunca o kadar çok konuştu ki kayıt tutan melekleri bile yaka silkmiştir herhalde. Herif bi de öyle bir kendinden emin özgüvenle konuşuyor ki, dersin ki İspanya'yı durdursa durdursa bu adam durdurur. Ömer Üründül'e ise ne desem bilemedim. Yine o dalga geçen iğnelemeleri, yok "ben 100 defa dedim" tavırları, Van Marwijk bi bok bilmiyor afra tafraları off da off.. iyi ki turnuva bitmiş lan.
  • Turnuvanın Kiev'de olması taraftar görüntüleri açısından renkli bir tablo ortaya çıkarttı, bu da kayıtlara geçmeli :)

Turnuvaya dair aklımda kalanlar bu kadar. Bu postu okuyup aklına bişey gelen varsa, buyursun yorumlara eklesin hatırladıklarını.