19.05.2012
Zamani Baraye Masti Asbha
Çaresizlik dayanılması en zor durumdur. Bazen ölüm bile çare olmuyor. Bir süre önce haberlerde geçmişti, bir anne kış soğuğunda çocuklarını ısıtabilmek için odun bulamıyor ve elindeki son parası 6 lirayla yalvar yakar oduncudan biraz odun istiyor çocukları hatırına, oduncunun cevabı “bu parayla odun mu olur?” oluyor ve çocuklar üşümesin diye de bir çuval odun veriyor anneye parasını almadan. Eve kan ter içinde gelen anne üşümekten donmak üzere olan çocuklarının ağlayışları arasında, yolda ıslanmış odunları tutuşturmaya çalışıyor. Ve başaramıyor, çocuklarını oyalamak için ellerine bir şeyler verip yan odaya geçip kendisini asıyor. İşte çaresizlik bu annenin durumunun adıdır. O anne odun olup çocuklarını ısıtmak istemiştir ki zaten içten içe yanıyordur.
Başlıktaki filmi izlerken bu çaresizliği vücudunun her bir hücresine, iliklerine kadar hissediyorsun. Türkçesi “Sarhoş Atlar Zamanı” olan İran yapımı bir film. Aslında filmden ziyade belgesel gibi yani o tadı veriyor. Tat derken aslında tat değil, duygusal olarak parçalayan dramın kralı olan bir film. İran’da yaşayan ve tek geçim kaynağı kaçakçılık olan Kürt köylülerinin, silah sesleri arasında İran-Irak arasında mayınlı alanlarda ölümü göze alarak kaçakçılık yapmaları konu edilmiş. Kışın o dondurucu ve zor şartları altında, kaçakçılık için kullandıkları atların sularına ısınsınlar, hareketlensinler diye de alkol konuyor, filmin adı da buradan geliyor. Açıkça söyleyeyim film insanı darmaduman ediyor, hayattan bir anda soğutuyor. Bunun nedeni gerçekçi olması ve zaten yakın zamanda Uludere’de yaşanmış hayatın ta kendisi olmasıdır. Yaklaşık 80 dk sürüyor ve gerçeği görmek için, hayatın kaç bucak olduğunu görmek için ve hala içinde bi parça insani değer taşıyan herkes bu süreyi ayırmalı bu filme. Filmin kahramanları, çocuk yaşta adamlar, kadınlar… Yaşam ve ölümü sorgulatıyor yönetmen. Ölmek belki de en iyisi dedirtiyor zaman zaman, yoksa her şeye rağmen yaşamak mı diyorsun. Konu, oyunculuklar, gerçeklik ve bunu sana samimi bir şekilde direkt hissettirmesiyle bir başyapıt bana göre.
Uludere katliamı bu aralar yine gündemde iken, bu filmi izlemem güzel oldu. Katliam diyorum çünkü sağır sultan bile biliyor ki apaçık bir ihmal var olayda. 36 çaresiz masum insanın vücutları bombalarla parçalanıyor, bunların içlerinde 16-20 yaşlarında dershane parasını denkleştirmek için, sevdiği kızın başlık parasını denkleştirmek için ve daha bilmediğimiz bir sürü hikâyesiyle çocukların olduğu bir ölümden bahsediyoruz. En acısı ise bu olay olduktan sonra “ne işleri var orda?” diyenlerin olması. Sanki turistik geziye gitmişler gibi. Ve “e canım onlar da kaçakçılık yapmasaydılar” diyenler, onlar bu filmi izleseler ve kaçakçılıktan başka çareleri olmayan bu insanların hallerine şahit olsalar bu dediklerinden utanırlar mı merak ediyorum. Tabi klavye başında sallamak kolay, bi saniye oturup kendimizi bu adamların yerine koysak o bi saniye bile çekilmez olur eminim. Ve konuşmaya gelince önde olanlar ama iş eyleme gelince gözlerini kapatanlar, arkalara koşanlar. Yalakalıkta önde olan ama gerçeği sunamayan medya organları… Yöneticiler, iktidar, güç sahipleri… Her fırsatta dindarlık ayakları yapıp bundan nemalananlar Hz. Ömer kıssasından hisse çıkarsa… Hani Hz. Ömer halkını kontrol etmek için kendisini tanıtmadan gece içlerine karışıyordu ve yine böyle bir gecede çocukları açlıktan ağlayan yoksul bir annenin halifeden şikayeti üstüne ağlayarak mescide gider ve gözyaşları yüzünden zorla namazı kıldırıp cemaatine “sizin Ömerinize yazıklar olsun” dediği kıssa. Adalet timsali, yaşamaktan ziyade yaşatma ideali olan büyük insan Hz. Ömer (r.a) bu günkü idarecileri görseydi ne derdi acaba?
Son olarak, İran sinemasının hakkını da vermek gerek. Adamlar gerçekten kaliteli işler yapıyorlar, ki zaten geçen Oscar’da en iyi yabancı dalı ödülünü de A Separation ile alıp tüm dünyaya bunu kanıtladılar.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder