31.08.2010

Futbolun Şifreleri:Penaltı


Futbolu hobi olarak seviyor, izliyor, gazete-dergiden takip ediyoruz. Daha büyük bir adam atarak kitap okuyalım bu çok sevdiğimiz futbol hakkında dedik, aldık elimize çok konuşulan Simon Kuper'in Futbolun Şifreleri kitabını...
Kitap gerçekten son derece güzel bir kitap, futbolun matematiği, istatistiği, ekonomisi(zaten kitabın ikinci yazarı Stefan Szymanski-ismi de tam bir işkence- bir ekonomist), mantığı,cartı curtunu iyice harmanlamışlar ve güzel anektodlarla keyifle okunası bir kitap oluşturmuşlar.
Kitapta bir birinden ilginç hikayeler var, zamanım olsa da bunların en dikkat çekenlerini burdan paylaşsaydım keşke, tabi en iyisi kitabı okumak. Misal Brezilya'nın 2002'de dünya kupası şampiyonu olurken kaleci Marcos'un sakat sakat oynadığını ilk kez burda okudum. Neyse asıl paylaşmak istediğim, okurken "lan yeter şunu paylaşayım bombaymış bu" dediğim penaltı meselesi...Hikayeyi anlatmadan oyun teorisinden bahsediliyor, oyun teorisi bilgisayarın babası John von Neuman tarafından geliştirilen, "yapacağım şey senin ne yaptığına, senin yapacağın şey ise benim ne yaptığıma bağlı" paradigmasını içeren bir çalışma. Gelelim hikayeye, penaltının ardındaki oyun teorisi meselesine:

Arjantin'in kırsal bölgelerinden birinde oynanan bir maç, (penaltı düdüğü çalan) düzenbaz bir hakem, öfkeli bir oyuncu tarafından yumruklanınca, bitimine saniyeler kala ertelenir. Federasyon maçın son 20 saniyesinin bir sonraki pazar günü oynanmasına yani penaltı atışının bir sonraki pazar kullanılmasına karar verir. Bu da herkese penaltıya hazırlanmak için bir haftalık zaman dilimi verir.

Penaltı atışından bir kaç akşam önce, atışı kurtarmak zorunda olan kaleci "Gato Diaz" penaltıyı kullanacak oyuncuyla ilgili bir şey mırıldanır:

"Constante sağa atar."
Kulüp başkanı "Her zaman" dedi.
"Ama bildiğimi biliyor."
"O zaman sıçtık."
"Evet, ama ben de onun bunu bildiğini biliyorum" dedi el Gato.
Masadaki biri, "O zaman hazır ol ve sola yat" dedi.
Gato Diaz, "Olmaz. Bildiğini bildiğimi biliyor" dedi ve yatağına gitmek üzere kalktı.

29.08.2010

Cell 211

Zaman zaman çok fazla film çekildiğinde artık özgün senaryoların yokluğundan ve filmlerin kendini tekrar ettiğinden yakınıyorum. Ama buna rağmen her zaman karşınıza yeni bir şeyler çıkabiliyor. Hollywood’la sınırlı kalmayınca tabi ki bu ihtimal daha fazla. Oradaki standartlaşmanın yanı sıra en azından daha fazla bakış açısı şansı tanıması bile yeterli.

Cell 211 bir İspanyol filmi. İşe başlamak üzere olan yen i gardiyanın hapishaneyi gezerken bir kaza sonucu ayaklanma ile beraber içeride kalmasıyla başlıyor. Bu durumda kedini yeni bir mahkum olarak saklamaya çalışıyor. Dışarıda bekleyen hamile eşiyle birlikte olaylar daha da karışınca ortaya enfes bir film çıkmış. Hapishane filmlerinin neredeyse hepsinde ilginç şekilde bir çekicilik zaten olur. İyi bir senaryoyla bu film bence en iyi örneklerinden birisi olmuş.

27.08.2010

Utanç

Herhalde takımımın beni bu kadar üzdüğü bir gün daha yoktur. Avrupa’nın sıradan bir takımına elenmek futbolda var olan bir şeydir, olur. Ama sahada oynayanlar 3-4 tanesi hariç pas veremeyen/alamayan, pozisyon alamayan, ne yapacağını bilmeyen oyunculardan kuruluydu. Yönetim desen kaç aydır sürüncemede bıraktığı transfer işlerini elinde patlatmış, sahadaki cenazeyi izliyor. Kafayı ekonomiyle bozmuş, sahada olan biteni göremiyor. Dünyaca ünlü teknik direktörümüz oyuncularla hiç alakası olmayan sisteminde ısrar edip duruyor. Yetenek özürlü adamlardan hala Xavi-Iniesta gibi pas vermesini bekliyor. Her ne kadar kaos ortamı olsa dahi, oyuncular kaliitesiz olsa dahi her takımın oynayabileceği system bulunur ama buna yanaşmadığı için burada geleceği yoktur. Gitsin bir Avrupa kulübünü çalıştırsın.

Yönetim de işi uzatmadan istifa etsin, bu kadar rezillik yeter. Bu saatten sonar Messi gelse bile, neye sevinelim. Ağustos’ta Avrupa’ya veda etmişiz. Neye sevineceğiz, neyi umut edeceğiz. Bu sene Galatasaray’dan hiçbir şey beklemiyorum. Sağolsun Fener kardeşimiz bizi yalnız bırakmamış. Hakkaten ebedi dost olsa gerek.

26.08.2010

Great Teacher Onizuka


Bir ara arka arkaya Kore dizisi izliyordum. Farklılık çekiyor insanı tabi. İşi de biliyor zaten namussuzlar. E tabi kaliteli olanları izledikten sonra bıraktım ya da ara verdim diyeyim. Onlardan sonra tavsiye üzerine bir de Japon dizisi izlemiştim. Sonradan öğrendim ki Japonların en popüler dizilerinden biriymiş. 1998 yapımı. Oldukça eğlenceli. Elbet çocuksu yanları var hangimizin yok ki. Bu arada animesi de varmış ama anime çok sarmıyor beni. Sevenler ona da bakabilir.

Dizi biraz deli dolu bir adamın özel okula öğretmen olması ve sonrasınbda öğrencileriyle arasında geçenleri anlatıyor. Baş karakterimiz delikanlı olduğu kadar komik olduğundan çok zevkli geçiyor. Toplam 12 bölüm. Sonunda bir de ek bölümü var. Ondan sonra bir de film çekmişler. O da izlenebilir ama dizi kadar tatlı değil deyip indirme linklerini vareyim.

http://www.multiupload.com/JPQ4QY48CC
http://www.multiupload.com/NCLHW1ISP3
http://www.multiupload.com/2TKTCHZMHC
http://www.multiupload.com/5OVZ6QO9R5
http://www.multiupload.com/L7EVWH3UQF
http://www.multiupload.com/A068GBOQV0
http://www.multiupload.com/AHNCPOGIOX
http://www.multiupload.com/ZL9CZA6BXY
http://www.multiupload.com/Q5TPAXPRUA
http://www.multiupload.com/HUJM4I8F94
http://www.multiupload.com/I24RVQG72C
http://www.multiupload.com/VHRPBMWU67

özel bölüm-http://www.multiupload.com/F419JJED50

20.08.2010

Passız Galatasaray

Bir seneden uzun süredir pas futbolu temelinde futbol oynatmaya çalıştığı iddiasıyla takımın başında bulunan Rijkaard’ın Galatasaray’ı maalesef Avrupa’nın orta saha takımları kadar pas yapamıyor. Maalesef buna yönelik umut da vermiyor. Pas futbolunun esası olan 4-3-3 düzeninde oynarken orta üçlünün tamamı defansif orta saha tanımına uyan futbolculardan kurulunca zaten sonuç vermesi pek beklenemez. Bir de futbolcuların en az iki tanesi organize hücum futbolundan bihaber Türk futbolcularından oluşunca sonu başından belli film gibi. Rijkaard’ın ne düşündüğü ise muamma. Bu kadroyla oynanması gereken diziliş 4-2-3-1 olmalı. Nitekim bugün de öyleydi. Orta ikiliden birisin ayağı iyi top yaparsa iyi şeyler vaat edebilir ama Ayhan kardeşimize bağlı kalacaksak çok iddialı olamayız.

Yine başa dönersek, takımda organize paslaşmalarla yüklenme adına bir şey göremiyoruz. Skibbe’nin 4-2-3-1’in de Arda-Lincoln-Kewell-Baros’un Avrupa’da oynadığı futbolu hatırlayınca “Hey gidi günler” demekten kendimi alamıyorum. Takımda yardımlaşma, boşa kaçma vs. hak getire. İnsan hakikaten merak ediyor Rijkaard bu takıma ne öğretti, ne verdi diye. Zamanında gazlandık tezahürat ettik ama beklentimin sonuna geldim ben. Sezonu bitirsin diyorum ama isminden dolayı, onun haricinde bir gelişim görebilmiş değilim.

Maçın başında önce Ali Turan’ın sonra yine o ve Hakan Balta’nın batırdığını çıkarmak seyircinin kralları Kewell ve Baros’a düştü. Esasında 2-0’dan sonra çok normal bir maç izlemedik. Takım rezil oluşunun farkına varıp yüklendi durdu. Usta ayaklar bitirdi. Bu geri dönüşü Rijkaard’a yazamayız yani. Baros’u oyuna soktu ama gereksiz yere kenarda bekleten de kendisiydi. Eğer kondisyonu yetersiz diyorsa önce Baros’la başlayacak, skoru aldıktan sonra ikinci yarıda çıkaracaktı. Zira bu takımının hücumunun Baros’suz işlemediğini defalarca test ettik.

İşin taraftar yönüne gelirsek bazı adamları içten sevmek, sahiplenmek gerek diye düşünüyorum. Çünkü takımın kimliğini oluşturan biraz da futbolcular. Bunlar takımda oldukça sahadaki takımı daha çok benimsiyorsun. Özellikle Kewell ve Baros’dan bahsediyorum. Yetenekli, sorumlu, seyirciyle arası iyi, profesyonelce çalışan adamlar. Bunlar sahada olsun da istediği kadar gol kaçırsın.Buraya getiren onlar takımı, bir yerde duracaksak da beraber duralım.

16.08.2010

Goodfellas

Belli sayıda film izledikten sonra benzer tarzda filmlerden eski tadı alamamaya başlıyorsunuz. Bana öyle oluyor en azından. Benzer olaylar durağanlığa, tekdüzeliğe sebep olduğundan başkaları için de çok farklı olmasa gerek. Bir sürü gangster filmi izledim ve çoğunda olaylar az çok benziyor. Bir de önceden izlenilen benzer filmlerin tamamı hafızada yer aldığı için farklı bir şey görmek istiyor insan ama tabi ki o kadar kolay değil. Adamı arkadan tornavida sıkarak öldürmekle boğazına ip sararak öldürmek arasındaki fark kadar oluyor değişiklik ancak.

Goodfellas 1990 yapımı bir film. Ama ben 2007’nin American Gangster’i daha önce izlediğim için bu onun benzeri gibi geldi esasında tersi olsa da. Neyse efendim Goodfellas türünün en iyi örneklerinden birisi. Mafya, çete yaşantılarını gerçekçi bir şekilde gösteriyor. Esasında filmin gerçek bir gangsterin hayatından ve gerçek suçlardan alınması dışında çok özel bir senaryosu yok. İşte bunlar böyle adamlar deniyor özetle. Yeri geliyor soygun yapıyorlar, yeri geliyor eroin işine giriyorlar, yeri geliyor en yakın arkadaşlarını arkadan bıçaklıyorlar ve hayat devam ediyor. Mafya türü seven için öok iyi film tabi sonuçta.

2.08.2010

Hazırlık Maçları

Arsenal’in kendi stadında düzenlediği Emirates Cup’ı bir kısmını izleyince neden Galatasaray’ın bu tür kaliteli hazırlık maçları yapmadığı sorusu geldi aklıma. Kaç senedir birkaç istisna haricinde çoğunuğu 3.-4. Lig takımlarıyla hazırlık maçları yapılıyor. İzleyen de oynayanda yeterince ciddiye almıyor, zira herhangi bir ölçü değil. Sezonda oynayacağın en kolay maç bile bunlardan daha zor olacak. Bunun yanında iyi oyuncular beraber oynatılmıyor ve takımın birbirine alışması için sezonun başı bekleniyor ki oldukça anlamsız. Bu yıl Fenerbahçe ile bir maç yapıldı, onun bir faydası olmuştur elbet gereksiz gerginliğe yol açtığını bir kenara bırakırsak.

Arsenal gibi Ajax da kendi stadında her yıl başında bir turnuva düzenliyor. Hatta bu işin esas kurucusu onlar. Galatasaray 2003 yılında katılmıştı Amsterdam turnuvasına bir kez. Keşke bu tür turnuvalara sürekli davet edilse diyoruz ama pratikte o kadar kolay değil tabi. Çünkü Galatasaray sezonu kaç yıldır erken açmak zorunda kalıyor ve böyle davetler alma ihtimali dahi yok oluyor.

Hazır önümüzdeki yıl yeni stada geçilecekken keşke Galatasaray da bu turnuvanın bir benzerini başlatsa. En büyük kulüpler olmasa da Avrupa’nın başaltı takımları davet edilebilir. Sezonu erken açmak gereken durumlarda da yine kendisimiz gibi erken eleme oynamak durumda kalan takımlar tercih edilebilir ki 3 tane takım bulmak zor olmasa gerek. Bu maçların özellipi iyi takımlarla kendi stadında yapılması olduğundan yeterli sayıda seyirci çekmek problem olmayacaktır. Sezona sahte değil gerçek bir hazırlık olması da cabası.

Casablanca

Eski filmleri izlemekte zorlanan bir yapım var. Onun için istisnalar hariç izlemem. O istisnalar da en çok kabul görmüş filmler oluyor haliyle. Örneğin IMDB’de en üst sıraları zorlayan filmlerin oraya gelmek için bir sebepleri olması gerektiğinden istemeye istemeye başladığm bir kaç film oldu. 12 Angry Men bunlardan birisiydi. Oldukça ön yargılı başlamış olmama rağmen film bitince fikrim değişmişti ve filmi oldukça beğenmiştim. Seven Samurai’yda ise aşırı kalitesiz görüntü beni hemen kaçırmaya yetmişti.

Şimdi Casablanca’yı izledim. Ama bu filmi bu kadar popüler yapan şeyin ne olduğunu anlamadım. Bir sürü filmde olan ortalamanın biraz üzerinde bir hikayesi var. Hep düşük tempoda geçerken, izleyende farklı duygular uyandıracak şeyler yok. Romantizm ve savaş filmin önemli ögeleri gibi duruyor ama yoğunluk seviyeleri çok düşük. Posterine bakınca iyi bir aşk filmi mi acaba diyorsunuz lakin o mesele de sıradan filmin çoğu şeyinin sıradan olduğu gibi.

Annie Hall

Bu filmi izlerken şimdiye dek nasıl kaçırdım diye düşünüyordum. Film, ilişkiler üstüne ama konuyu işleyişi ve diyaloglar harika, çok akıcı. Filmin başrolünde 3 oskar ödüllü Woody Allen ve yine oskarlı Godfather'dan yakinen tanıdığımız güzel yengemiz Diane Keaton oynuyor. FD'den okuduğum kadarıyla bir alt posttaki Coupling tarzında bişey, muhtemelen onlar da bu filmden esinlemişlerdir. 1977 yapımı filmin 4 oskar aldığını da hatırlatarak filmden bir diyalogla bitirelim.

Alvy Singer(AS) : Here, you look like a very happy couple, umm, are you?
Stranger Couple(SC): Yeah.
AS : Yeah? So, so, how do you account for it?
SC(woman): Uhh, I'm very shallow and empty and I have no ideas and nothing interesting to say.
SC(man) : and i'm exactly the same way.
AS : I see! wow! That's very interesting. So you've managed to work out something!?

Filme notum 9.

1.08.2010

Coupling

Çok sayıda dizi takip eden kişilerin kaçırmaları mümkün değilken benim gibi hakkında çok sayıda olumlu söz duymadan herhangi bir diziye başlamayan birisi için geç keşfetmiş olmak çok ilginç değil. Tarz olarak How I Meet Your Mother’a oldukça benzeyen ama ondan daha başarılı bir seri Coupling. 4 sezon sürmesine rağmen toplam bölüm sayısı sadece 28. Yani fazla bölüm çekmek için kalitesiz işlere girilmemiş. 6 bölümlük son sezon hariç. Çünkü o sezonda dizinin en komik karakteri Jeff maalesef yok ve bu da kaliteyi net olarak düşürüyor. Zaten son sezonu izleyince ne kadar önemli bir karakter olduğunu anlıyorsunuz.

Dizinin farklı yanı yanlış anlaşılmaların ve olayların abartılı işlenmesi. Daha farklı ifade edersek “bokun sıvanması”. Ama bu kalitesiz olarak değil de yerlere yatıracak seviyede yapılmış. Diğer bir yönü ise kadın-erkek farkının/düşüncelerinin net bir şekilde ortaya çıkarılması. Yine abartılı olarak ve yine yerlere yatırarak.

Komedinin zirve yaptığı, izlemeyince bir şeylerin eksik kalacağı bir dizi bence. Son olarak da diziden harika kısımları bize sunan Flying Dutchman'in "Jeff Murdock Anayasası" başlıklı serisini verelim.