30.10.2009

Basketbol

Hep bir önyargım vardır basketbola. Ya da gıcıklığım diyeyim. Guard pozisyonunda oynayanların haricinde 1.90 değilsen iyi bir basketbolcu olamazsın. Varsa da istisnadır işte, genel karakterinden bahsediyorum. Futbolda da böyle diyeceklere sadece işin bir yönü böyle asla geneli ilgilendirmez diyerek cevap vereyim. Şampiyonlar Ligi finalinde Messi gibi 1.69’luk boyunla merkez forvet olarak da oynarsın, yerine göre kafa golünü de atarsın.

Basketbolcu olamamış, dert yanan biri de değilim. Zaten olacak kadar iyi bir oyuncu değilim. Olmak da istemedim hiç. Benim derdim özel olarak bakarsak, tek pota bir oyunda 1.76’lık boyuma karşı 10-15 santimetrelik farkla çıkan birisi olursa pota altında çaresiz kalışımdır. 2-3 kez üst üste pota altından kaçırıp gene rebound’u alabilmesidir. Sonra bunun üstüne utanmadan “ben/biz kazandık” diyebilmesidir. Zaten oynayanda kabahat.

İşe global çerçevede bakarsak, Yao Ming gibi yetenek özürlü ve aynı zamanda hiçbir atletik özelliğe sahip olmayan bir adamın basketbolun en üst liginde önemli bir oyuncu konumunda olabilmesidir. Lebron James ve Kobe Bryant gibi adamlarla karşılıklı oynayabilmesidir. Yetmedi onların civarında para kazanmasıdır.

Çapsız fasülye sırıklarından dünya yıldızı yapan bu oyunu hiçbir zaman tam olarak sevmeyeceğim.

26.10.2009

Mustafa Sarp ve Ayhan Akman

Mustafa Sarp sezon başında yeni geldiğinde çoğu kişi doğru dürüst tanımıyordu bile. Ön libero diye lanse edilince de haliyle işin sadece savunmasını bilen düz futbolcu sanılarak akıllarda yer etti. Ama gel zaman git zaman ortaya çıktı ve daha net bir şekilde ortaya çıkıyor ki Ayhan Akman iki yönlü bir futbolcuysa Mustafa Sarp beş yönlü futbolcu.

Sarp hem defansta Ayhan’a göre çok daha sağlam basıyor, hem top kendisindeyken topa daha hakim. İşin hücum kısmına gelirsek de Ayhan’a göre daha adam akıllı paslar atarken verimli verkaçlara girebiliyor. Belki de en çok göze batanı topu anlamsız şekilde ayağında gevelemiyor.

İlk yıllarında 10 numara olarak oynayan Ayhan’ın hücumda bu kadar cılız bir karakter sergilemesi oldukça şaşırtıcı aslında. İnanılmaz acemice hareketler yapıyor hücumda. Topu bir stoper gibi geveleyip atağı öldürüyor.

Fenerbahçe-Galatasaray derbisinden sonra yazıyorum bunları, yani Ayhan iyice sırıtmışken ama bu biraz da bardağı taşıran damla oldu. Görmezden gelinecek noktanın sonu olmuştur kanaatimce. Seneye iyice yedeğe düşer ve çok geçmeden Galatasaray’dan ayrılmak durumunda kalır gibi geliyor.

Mustafa Sarp’ı geç keşfettik ama iyi ki keşfetmişiz. Ya da keşfetmişler diyeyim en iyisi.

15.10.2009

Uzak İhtimal

İstanbul’daki genç bir müezzinin hristiyan kilisede çalışan bir kadına aşık olması üzerine kurulu ilginç bir film. Oldukça hoş bir fikirden yola çıkılmış ancak filmden çıktığınızda güzel duygularla birlikte bir yerlerin eksik bırakıldığı hissine kapılıyorsunuz. Erkek ve kadın arasında çok az diyalogun olması ve bu güzel fikrin yetkin bir senaryoyla taçlandırılmamış olması filmin eksi yönleri. Karakterlerin samimiliği ile küçük de olsa çok sayıda hoş espri ve anların bulunması insanı filme yakın hissettiriyor. Sonuç olarak film güzel ama eksik gibi sanki.

13.10.2009

Prison Break

İlk sezonunu izlemeye başladığımda ağzım açık kalmıştı. Bu nasıl bir yapımdı böyle! Benzerini daha önce görmemiştim. Senaryosunun çok zekice olması en başta geliyordu. Zekice senaryo hazırlıyorum diye kendisinin de bir şey anlamadığı çünkü ortaya bir sonucun çıkmadığı bir sürü dandik filmi kastetmediğimi özellikle belirtmek isterim ki canım çok yanmıştır bunlardan. Neyse diziye dönelim.

Michael Scofield’in yaptığı mükemmel planlar ve kendine has çok sayıdaki kaliteli, orjinal karakter beni fazlasıyla çekmişti. Yaklaşık 4-5 günde 2 sezonu yani yaklaşık 45 bölümü bitirmiştim. O kadar çekmişti beni.

ABD’deki senarist grevi falan derken 3. sezonda ciddi bir düşüş sürecine girdi. Yine ilk iki sezondaki güzelliklere ara ara rastlansa da genel gidişat önceki kalitenin de etkisiyle pek çekilmez bir hale geldi.

4. sezonla birlikte bir önceki sezon neredeyse tamamen anlamsızlaştı. Bunun yanında Michael ve arkadaşları ne yaparsa yapsın her zaman yeni bir sorunun çıkası diziyi çekilmez hale getirdi. En çok da güya dünyayı etkileyen anti esas oğlanların Polat alemdar misali tek başlarına adam vurmaya gitmeleri gibi saçmalıklarla dizi sona erdirildi.

Daha önce diziyi izlememiş bir kişinin ilk iki sezonu görmezse çok şey kaçıracağını düşünüyorum. Son iki sezonu izlemeyenler ise damaklarında kalan Prison Break tadı bizimkinden çok daha farklı olacaktır.