Bugunlerde bircok insan hayatlarinin en zor zamanlarini yasiyor. Yakinlarini kaybedenler, sagliklarindan olanlar, islerini kaybedenler, yalnizliktan kusanlar vs diye giden bir liste. Bende de sanirim hafif bir klostrofobi durumu olustu diyebilirim.
Kendimi bilincli olarak dunyaya kapattigim, yalnizligi bilincli olarak tercih ettigim cok olmustur. Hatta bazilarinda dis dunya iletisimimi tamamiyla bir haftayi gecmeyecek sekilde kapattigim bile olmustur. Cok uzun sureli olmayan bir nevi "solitary retreat" kendi kendini dinleme ve anlama, sonrasinda daha guclu, iyi ve kararli hissettigin rejim/diyetlerdi bunlar. Ancak ilk yurtdisi yasam tecrubesinin ilk yilinda, bambaska insani ve kulturu ile baska bir gezegen sayilabilen Japonya'da pandemiye yakalanmak, ustelik alisik olmayan bunyenin iki ayi geckin yagmur ve kapali havayi paket gibi kucuk evlerde dort duvar arasinda uzun sure gecirmek durumunda kalmasi, ve bu surecte boktan bir sonla ayrilik yasamak butun dengemi sarsti. Halbuki insanlarla ozellikle kadin iliskilerinde mesafeyi dengeli ayarladigimi sanirdim. Sanirim bu sefer cuvalladim ve mesafe olmayinca yumrugu butun siddeti ile anilan sebeplerle zayiflamis vucudumda hissettim. Evde kalmak istemiyorsun, ki ev dedigim 30 m^2'lik kucuk bir alan. Sosyal hayat diye birsey yok. Arkadaslarin kmlerce uzakta. Kafayi dagitmak icin pek bir secenek yok. Gunduz park/yuruyus/is ile mesgul olmaya calisilir bir sekilde, ne de olsa gun/aydinlik karanlik dusuncelere bir sekilde perde cekiyor. Gece olunca lakin, karanlik ve sessizlik bastirilan dusuncelere fener tutuyor ve ayik birakiyor. Ozgurlukten mahrum olmak ne boktan bir seymis, iletisimsizlik dunyanin en kahredici cezasi olabilir mi acaba? (Oyle bir intikam filmi vardi adini hatirlayamadigim, ne acimasiz intikam ama)
Boyle durumlarda benim icin her zaman bir terapiden daha fazlasi olan yol ve seyahat ile kafaya bir reset cekeyim istedim. Yurtdisina cikis yok, yurticinde de vaka sayisinin az oldugu, dogasinin harika oldugu, daha tenha ve kirsal bir bolge olan, Japonya'nin pirinc uretiminin yuzde yirmibesini karsilayan, muhtesem pirinc tarlalari, ucsuz bucaksiz ormanlari, ve meshur yaz festivalleri ile unlu Tohoku bolgesinde Tokyo'ya daha yakin olan Yamagata eyaletine seyahat etmeye karar verdim. Gunduz sehre yakin sayilan Ginzan Onsen, Yamadera tapinaklari gibi gunubirlik gezileri yaptigim bu kucuk ve Tokyo'ya gore cok tenha sayilan bu lokal yerde aksamlari icin kucuk, sirin bir barda vakit gecirdim. Duzenli musterileri ile aile sicakligini veren, ambiyansi, muzigi ve konsepti ile ve ayrica Japonya'da yedigim en muhtesem corbasiyla inanilmaz hosuma gitti bu yer. Ancak ne isletmeci sevimli cift, ne de lokal mudavimleri Ingilizce biliyorlardi. Ben de birkac basit cumle disinda Japonca bilmiyorum zaten. Yine de iletisim kuruyoruz bir sekilde, translate ile. Fotograflarini, cektikleri komik videolari vs gosteriyorlar. Bol kahkahali guzel bir iletisim oluyor ve ben de donuste daha siki Japonca calismaya karar veriyorum.
Yine burda, isletmeci elemanin hayrani oldugu, harika bir Japon rockabilly muzik grubunu kesfediyorum. Shazam ile aramaya calistim bulamadim, elemana sordum Magic dedi. Spotify'da ariyorum bulamiyorum. Halbuki ekrandaki konser performanslari ve kalabaliga bakinca epey unlu olduklarini dusunmustum. Zaten grup eski, 80'li yillarin sonu ve 90'li yillarda meshurlarmis. Bugun az kisi biliyordur muhtemelen. Barda ise rockabilly muzigin en guzel yonlerinden biri olan stand-up bass da vardi ayrica aksesuar olarak, kirmizi rengi ile ayri bir hava katmisti buraya.
26.08.2020
Lost in Translation
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)