28.09.2013

The Conversation



Zaman o kadar hızlı geçiyor ki geçen her bir yıl sonraki yılların geçiş hızını artırıyor adeta. Çocukken zaman daha yavaş akıyor sanki ve büyüdükçe bu hız artıyor. Geçen gün Neşet Ertaş’ın ölüm yıl dönümü denince cidden şaşırdım, bir yıl olmuş muydu dedim. Bir yıl geçmiş meğer ama özellikle son 2-3 yılda yaşananlar sanki tek yıl içerisinde olmuş gibi görünüyor bana.

Başlıktaki filmi zamanını tam olarak anımsayamadığım ama galiba epey bir vakit önce izlemiştim. Film izlerken garip bir etki bırakmıştı harika bir film değildi belki ama garip havası ile büyülemişti adeta. Zaman zaman aklıma geliyordu bu film, izlemek istiyordum tekrardan ama adını bilmiyordum. Meğer bu filmi izleme listeme eklemişim ve izlemek bugüne kısmetmiş. Filmi, Robert De Niro’nun John Cazale’ı methettiği sözlerini okumam ve ardından bahtsız Fredo’muzun zaten 5 tane olan filminden bilmediklerimi izleme listeme almam neticesinde izledim. Senarist ve yönetmenliğini Francis Ford Coppola’nın yaptığı filmde, oyunculuklarda oscarlık performansıyla Gene Hackman, John Cazale, filmin önemli bir parçası olsa da küçücük bir rolde Robert Duvall ve Harrison Ford gibi usta oyuncular boy gösteriyor. Baştan dediğim gibi aman aman bir film değil ama derin bir film olduğu şüphe götürmez. John Steinbeck’in başlarken sıkan ama sonrasında ilerledikçe ilgi çeken Gazap Üzümleri kitabı gibi bir nevi. Charles Baudelaire’nin “hem kurbanım, hem de cellat” betimlemesindeki antagonist bir nevi. Müzikleri, teması, 70’lerin dingin havası ile baktıkça ilgi çekici hale gelen ünlü tablo Mona Lisa bir nevi. Özetle çok popülist değilseniz bu az bilinir filmi mutlaka izleyin derim.